Güncelleme Tarihi:
Geçen yılın sonlarına doğru Fransa’da bir kitabın toplatılması tartışıldı. Fransa Cinsiyet Eşitliği Bakanlığı’nın bir çalışanının, Pauline Harmange tarafından yazılan ‘Erkeklerden Nefret Ediyorum’ adlı kitabın -okumamasına karşılık- isminden yola çıkarak, yayınevine (Monstagraph) hitaben yazdığı yazıyla kataloglarından derhal çıkarılmasını istemesi üzerine, sadece 400 kopya basılan ‘Erkeklerden Nefret Ediyorum’ bir anda Fransa’nın en çok tartışılan kitabı haline geldi. Küçük ölçekli bir yayıncı olan Monstagraph, baskı talebine yetişemeyince Fransa’nın önemli yayınevlerinden Seuil imdada yetişti. 20 bin kopya basılan kitap, bir yıl içinde 17 dile çevrildi.
‘Erkeklerden Nefret Ediyorum’ geçen ay Mundi Kitap etiketiyle Türkiye’de de yayımlandı. Kitaptan bu denli söz ettiren, şüphesiz Fransa gibi yayın ve ifade özgürlüğünün bayrak taşıyıcılığını üstlenmiş bir ülkede ‘erkek nefreti’ni olumlama gerekçesiyle toplatılması talebiydi. Oysa kitap, kız kardeşlerinden farklı bir mücadele yürütmeyen genç kuşaktan bir feministin, ‘kadın nefretinin’ olağanlaşması karşısında yükselttiği sesiydi. İsyanı ve derdi kadınların uğradıkları zorbalığa dikkat çekmek olan, onlarca yıldır feministlerin görünür kıldığı adaletsizliğe karşı bir çeşit ‘feminist manifesto’.
Pauline Harmange, ilkgençlik yaşlarından itibaren yazıyla haşır neşir. Aklında kitap fikri yokken, daha çok okura ulaşabilmek adına blog yazılarını kitaplaştırma kararı veriyor. Ancak sadece 400 adet basılıyor. Fransa’da her ne kadar bir bakanlık çalışanı tarafından lince uğratılmış olsa da bunun devletin görüşlerini yansıtmadığı, yasaklama fikrinin tamamen münferit bir görüş olduğu söylendi. Oysa kitap üstünden yazarı hedef alan tartışmalar durulmadı. Harmange’ı bir magazin unsuru haline getiren ise ‘erkek nefreti’ne açık çağrıda bulunan kitabın yazarının aynı zamanda (bir erkekle) evli olması.
FEMİNİST OLMAK BİZİ KÖTÜ YAPMIYOR...
2000’lerin başıydı, feminist bilince yeni yeni kavuşuyordum. Sürekli okuyor ve kendimi gittikçe daha ‘feminist’ hissediyordum. O zamanlarda yeni tanıştığım ve sonradan sevdiğim bir ahbabımız (kendisi de bir kadın) Kadın Araştırmaları’nda yüksek lisans yapmamı ilginç bulmuş, gururla feminist olduğumu söylediğimde “Oysa çok tatlı bir kızsın, neden feminist oldun, deme öyle” diyerek beni düzeltmeye çabalamıştı. Geçen yıllarda feministler bu algının değişmesi için de çaba harcadı. Feminist olmak bizi kötü yapmıyor ama evet, kendi tercih ettiğimiz ve sönmesine izin vermeyeceğimiz bir isyanımız var. Pauline Harmange’ı okumaya başladığımda aynı isyanın sesini duyurma çabasını hissettim. Ve Harmange bunu ‘nefret’ gibi çok güçlü bir duygudan yola çıkarak yapıyor.
Harmange, erkek düşmanlığını “Bahsi geçen negatif duygu, basit bir güvensizlikten düşmanlığa varan ölçekte seyredebilir ve çoğu zaman erkekler, onların kadınların çevrelerindeki varlıklarının reddi olarak düşünür” şeklinde açıklıyor. Temelde feminizmde yeni bir tartışma açmamakla birlikte, açık bir ‘nefret’ ilanıyla derdine dikkat çekmeye çalışıyor. Kadınların yüklendiği duygusal emeğin altını çizip, kadınların heteroseksüel bir ilişkide duygusal yükü omuzlamalarının tesadüf olmadığına vurgu yaparken “bıkkınlıklarımızın yük kaldıramayan nazik omuzlarımızdan ya da aksi karakterimizden değil, hepimizin kurbanı olduğu derin adaletsizlikten kaynaklandığını” hatırlatıyor. Buna mukabil, kadınların sürekli kendilerini yenileyerek bir ‘gelişme’ ve ‘iyileşme’ içinde olduklarını vurguluyor. Kadınlar, bazen spor yaparak vücutlarına iyi bakıyor, bazen sürekli bir arayış içinde okuyarak ve kendilerini eğiterek sağlıyor bu iyileşme halini.
DUYGUSAL EMEĞİN YÜKÜ
Kitabın tartıştığı önemli konulardan bir diğeri, erkek coğrafyasında kadınların yaşadığı baskının ve şiddetin dilinin değiştiği ama sonuçlarının artarak devam ettiği. Yaşam, kadınlara daha iyi koşullar sağlamak yerine şiddeti bir taraftan çoğaltıp bir taraftan da görünmez kılıyor. Dahası gündelik hayatın ‘alışıldık’ haberlerinden biri haline geliyor. “Bizler harika kadınlar (ki hiçbir şey yapmasak da karşı cinse kıyasla zaten öyleyiz) ‘wonderwoman’ olmayı başaramadığımız için suçluluk hissetmemeliyiz. Ve kendimize üç-beş kusur sahibi olmaya izin vermeliyiz.” Paylaşılan bir saptama da şu: LinkedIn tarafından yapılan araştırmaya göre yeni bir iş duyurusu karşısında erkekler ‘şansını deneme’ ve ‘bakıp görme’ eğilimindeyken, kadınlar yalnızca kendileri için biçilmiş kaftan gibi görünen pozisyona başvurma eğiliminde.
Harmange’ın ısrarla altını çizdiği bir diğer ‘kadına’ özgü durum ise duygusal emeğin yükü… Çocukla iş arasında kalan neden kadın olmak zorunda, alışveriş listesini düşünmek zorunda kalan, evi sürekli toparlayan, tatili bile planlayan, kocanın (sevgilinin) ortak yaşam için yapması gerekenleri düşünen ve yaptıran neden kadınlar olmak zorunda? Bu ve benzeri sorular hiç bitmiyor.
Feministlerin ev sınırları içindeki öfkeyle politik öfke arasında kurdukları bağlantı önemlidir. Özel olan politiktir! Feministlerin en temelde sahip çıktıkları da bu ‘dişil’ öfke. Pauline Harmange’a göre devrimlere ivme kazandıran ve erkekleri eylemlerinden sorumlu olmaya iten de işte bu öfkedir. Yazar, “Nedir feministlerin anlatmak istedikleri?” diyenlere birer kitap, film ve dizi listesi sunmayı da ihmal etmiyor.