Güncelleme Tarihi:
Belki bütün dünyada örnekleri vardır ama bizim kültürümüzde biraz daha katı bir versiyonunu görürüz bunun; mesleki cinsiyetler vardır. Bazı meslekler erkek işi, bazı mesleklerse kadın işi olarak görülür. Çocukken belki de üniformanın ışıltısına kapılarak polis olmak istediğimi beyan ettiğimde benimle, “Sen polis olamazsın ki, erkek değilsin” diye dalga geçenler, muhtemelen sözgelimi dünyaya bir can getirmenin cazibesine kapılarak ebe olmak isteyen bir erkek çocuğuna da benzer bir şekilde yaklaşmışlardır. Ancak bilhassa kadınlara yakıştırılamaz birçok meslek. Askerlik de tüm kutsallığıyla zihinlerde erkeklere rezerve edilmiş bir meslektir.
2008 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nden yarbay rütbesiyle emekli olan Figen Batak’ın kurgu ile gerçeği harmanlayarak kaleme aldığı ‘Kadın Asker’ adlı kitap, Türk ordusunun, kadınlara özel ilk askeri okullarından birinde eğitim almış ilk kadın subaylarından birinin bu zihniyetin doğurduğu güçlüklerle mücadelesini anlatıyor. Erkek egemen bir meslekte bir kadın olarak ayakta kalmanın hiç de kolay olmadığını, kendi içinde bir hiyerarşisi olsa da temelde hiyerarşik olarak aynı basamakta bulunanları eşitlediğine inanılan askerlik mesleğinde bile cinsiyet ayrımının ne kadar yoğun olduğunu tüm açıklığıyla gözler önüne seriyor Figen Batak.
‘Kadın Asker’ yalnızca bireysel bir anlatı değil. Yazar, okuldan devre arkadaşlarının hikâyeleriyle de destekleyerek bir grup kadının 1980’ler Türkiye’sinin sosyokültürel şartları altında kadınlar için sıradışı sayılabilecek bir meslekte var olabilme çabalarını anlatıyor. Ara ara ülkedeki toplumsal ve siyasi gelişmeler de hatırlatılarak okurun hafızası da tazeleniyor. Farklı karakterlerin hikâyeleriyle bir insan, bir asker, bir kadın olarak toplumun biçtiği rolleri yerine getirme çabaları ele alınıyor. Mutfak çalışanı hasta olduğu için bulaşık yıkama görevinin öğrencilere aktarıldığı bir anekdotta, karakterlerden birinin “Merak ediyorum da kız öğrenci olmasak erkek öğrencilere bunu yaptırabilirler miydi acaba? Hiç sanmıyorum” yorumu, günümüzde bile geçerliliğini koruyan bir ayrımcılığı gözler önüne seriyor mesela.
Yazar kitap boyunca değindiği pek çok yanlış uygulama ve içselleşmiş önyargılara rağmen, ister askerlik olsun ister başka bir meslek, kadın olarak, kadınlığından, anneliğinden, eşliğinden, dostluğundan ve akla gelebilecek diğer bütün kimliklerinden ödün vermeden o meslekte var olmayı hayal eden tüm kadınlar için bir umut ışığı olmayı başarıyor.
“Sistemin içinde kötülerle mücadele ettik. Bizi taciz eden ya da sadece cinsiyetimiz farklı olduğu için üstünlük taslayarak, güvenimizi kırmaya çalışanlara, aşağılayarak sesimizi susturmaya uğraşanlara tepki verdik. Görünmez cam tavanları kırarak onurlu, özgür ve kendine güvenen, güçlü kadınlar olduk” diyen yazar, her kadının doğuştan bir savaşçı olduğunu belirtiyor ve yalnız mesleki alanda değil, toplumsal yaşamın her alanında, hatta çoğu zaman aile içinde bile kendini bir birey olarak var etmek için savaşmak zorunda kalan kadınların dünyasına davet ediyor okuru.