Güncelleme Tarihi:
Elçin Poyrazlar son romanı ‘Ecel Çiçekleri’ni ‘domestic noir’ olarak tanımlıyor. Polisiye sevenlerin dışındaki okurun pek aşina olmadığı bir terim. Polisiye türünün bir alt kategorisi olduğunu tahmin edebiliriz. İlk olarak sinemada ‘kara film’in, suç filmlerinin bir türü olarak çıkmış. Sonra bu terim kadın polisiye yazarlarının kadın kahramanlı, kadınları ele alan romanları için de kullanılmaya başlamış.
‘Domestic’ sözcüğü kaçınılmaz olarak evi, ev içinde yaşananları çağrıştırıyor. Ev de kadını. Kadınların deneyimleri, yaşadıkları, başlarına gelenler kadınların gözüyle anlatılıyor. Feminist bir yaklaşım da var doğal olarak. Terimin çağrıştırdığı gibi ev içi ile sınırlı kalmayarak kadına ilişkin her konuyu içerecek bir şekilde de bu tür gelişiyor. Odağına kadını ilgilendiren her konuyu alıyor ve kahramanları kadın. Böyle tanımlayınca da bana ‘domestic’ terimi hoş gelmiyor. Belki de feminist polisiye demek gerekir, bilemiyorum. Zaten öyle bir adlandırma da var.
‘Ecel Çiçekleri’ çok can alıcı bir soruna odaklanıyor. ‘Çok can alıcı’yı deyim olarak değil de düz anlamıyla söylüyorum. Çok can aldığı için de deyime uygun olarak sürekli gündemde. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu 2020 Raporu’na göre geçen yıl 300 kadın cinayeti işlenmiş, 171 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulunmuş. 300 kadından 182’sinin neden öldürüldüğü tespit edilememiş, 22’si ekonomik, 96’sı da boşanmak istemek, barışmayı reddetmek, evlenmeyi reddetmek gibi hayatına dair karar almak isterken öldürülmüş.
‘Ecel Çiçekleri’nin konusu kadın cinayetleri ama öldürülen kadınların katillerinin araştırılıp bulunması değil konu. Seri cinayetler söz konusu. Erkekler vahşice öldürülmekte, cesetlerin yanına beyaz kasımpatıları bırakılmaktadır. Cinayetleri soruşturan kadın komiser Suat Zamir kasımpatıları dışında bu cinayetleri birleştiren başka bir şey var mı diye araştırmaya başlayınca yolu kadın cinayetlerine ve bu alandaki sivil toplum örgütlerine kadar varacaktır.
Romanın bir yanında Komiser Suat’ın cinayetleri soruşturması, katili ya da katilleri yakalamaya çalışması var. Polislik erkek yoğunluklu bir meslek. Bu meslekte kadın olarak var olmak, yüksek mevkilere gelmek mümkün müdür gibi sorulara varacağımız bir yaşamı var Suat’ın. Kadın cinayetleri ile ilgili eylemde yapılan müdahalenin sertliği, bu sertliği yaratanların arasında kadın polislerin de bulunması Suat’ın mesleğini ve meslekteki yerini sorgulamasına neden oluyor. Önce kadın mıdır yoksa polis mi?
Bir yandan Suat’ın yaşadıklarını okurken diğer yandan Thelma ve Louise’i anımsatan iki kadının maceralarını okuruz. Kadın düşkünü, zengin, evli erkekleri ağlarına düşürüp soyarak geçinmektedir Ebru ve Burcu. Yollarının polisle buluşacağını tahmin edebiliriz ama roman uzunca bir süre iki ayrı hatta akıyor. Bir yanda suçluları yakalayıp adalete teslim etmeye çalışan bir kadın, diğer yanda suç işlemeyi meslek haline getirmiş iki kadın.
Suat’ın kendisine sorması gereken soru: “Adalete teslim ettiğim suçlular adil yargılanıyor mu, hak ettikleri cezayı alıyor ve bu cezayı çekiyorlar mı?” Genç bir kadına tecavüz edip öldürdükten sonra onu yakan bir katilin delil yetersizliğinden beraat ettiğini ya da üç yıl yatıp sık ilan edilen bir afla özgürlüğüne kavuştuğunu öğrenirseniz ne hissedersiniz?
Adalet mekanizması suçlulara hak ettikleri cezayı vermiyorsa mağdurlar ya da yakınları kendi usulleriyle cezalandırma yolunu seçebilir. Bu durumda ne yapmak gerekir? Komiser Suat’ın vermesi gereken cevap bu. Üstelik bu ceza verme işi, intikam almak, vahşete dönüşmüşse! Adil yargılanmamış, cezasız kalmış kadın katillerini öldürenleri yakalayıp adalete teslim etmeli mi, yoksa hak edene hak ettiği cezayı çok ağır da olsa veriyor diye düşünüp görmezden mi gelmeli?
Elçin Poyrazlar ‘Ecel Çiçekleri’nde kadın cinayetlerini ters bir açıdan ele almış, merakla okunan bir suç romanı yazmakla kalmamış, çağdaş polisiyelerin misyonunu yerine getirerek ele aldığı konular hakkında üzerinde tartışılması gereken sorular da sormuş.