Güncelleme Tarihi:
Pilpeled, gerçek adıyla Nir Peled, Türkiye’deki ilk sergisini Kadıköy’deki Black Flag Art’ta açarken ilk kamusal alan projesini de Yeldeğirmeni Mahallesi Talimhane Sokak’ta bulunan bir binada gerçekleştirdi. 1985 doğumlu, Tel Aviv’li Nir Peled’in duvar resmi, siyah bayraklı galerinin sergisinde de yer alan bir grup ‘dünyalı çocuk’tan birini, küresel kültür sembolleriyle tasvir ediyor.
Sokak sanatçısı Pilpeled, çalışmalarında gerçeküstü kompozisyonlar, ışık-gölge oyunları ve cinsellikle mistisizm gibi konuları da işliyor. Sanatçı altı katlı bir bina duvarına yerleştirdiği, baykuş taklidi yapan pembe gözlüklü çocuk kompozisyonunun, iyimser bir bakış açısı yayacağına olan inancını aktarıyor. Bu serinin, dünya kentlerinde halen yapımı ve teşhirinin sürdüğünü belirten Pilpeled, İstanbul sergisinde geçmişten ve daha önce sergilenmemiş yapıtlarını bir araya getirdiğini, bunun için İsrail Başkonsolosluğu Kültür Ataşesi Elazar Zinvel’e de özellikle teşekkür ettiğini belirtiyor. Sergide sanatçının ‘Ekch’, ‘Boy Prince’, ‘Ekah Bah’, ‘Devici1-2’, ‘Kiss the sky’, ‘Killer in me is the killer in you’, ‘Owl’ serisi, ‘Dancing With Myself’ gibi yapıtları yer alıyor.
Peled’in çalışmalarında, bir nevi ‘kültürel salata’ şifası mevcut. Antik Yunan, İbrani, Arap ve Mısır referanslarını kullanmayı da seven sanatçının yapıtlarında karakteristik hale gelen siyah ve beyaz unsuru ise insanı doğru-yanlış, iyimserlik-kötümserlik ve aydınlık-karanlık gibi ikiliklere sevk ediyor. Peled’le Kadıköy’de buluştuk...
Dijital çağda telif hakları -copyright- meselesi, gerek kamusal alan gerekse dijital alanda emek veren bir sanatçı olarak başınızı ne kadar ağrıtıyor?
Bu doğru ama bazen de insanların yaptığınız işleri sizin gıyabınızda birbirleriyle bu denli paylaşıyor olmaları kendinizi iyi hissettirebiliyor. Ürettiğiniz eser birinin bilgisayarında masaüstü resmi halini de alabiliyor. Bunu kopyalamak olarak görmüyorum. Ondan ötesi, yaptığım işleri daha önce ebatları büyütülerek tişört baskı olarak satan büyük kurumlara rastlamışlığım var. Artık şikâyetin ucunu da bıraktım, çünkü dolaylı olarak beni methetmiş oluyorlar. Zaten bunu durduramazsınız. Hep yeni şeyler yaparak buna direnebilirsiniz. Tıpkı müziği, yemeği yeniden tasarlayıp servis ettiğiniz gibi, yepyeni fikirler, icatlar üretir gibi... Kendinizi sürekli yeniden icat etmekle mükellefsiniz.
Bir tür imge DJ’i gibi davranıyorsunuz. Sol ve sağ, siyah ve beyaz görsel hoparlörleriniz var ve kamusal alandaki bina cepheleri veya duvarlar da ‘hoparlörler’inize dönüşmüş denebilir mi? Tarihi, kültürü kullanarak duvarlarda görsel partiler veriyorsunuz...
Evet, aynen bu, çok sevdim bunu. Kesinlikle böyle!
İşlerinizi neye göre güncelliyorsunuz?
Bu iyi bir soru. Ben şu an bile kendini yenileyen biriyim. En sevdiğim şey sürekli değişime açık kalabilmek, farklı şeyleri yapabilmek. Keskin imgelere yönelik tutkum da bununla beraber devam ediyor. Suretlere, karakterlere düşkünüm. Harfleri, türlü kadrajları, dokuları kullanmayı seviyorum. Sembolleri değerlendiriyorum. Bunlar yapmak istediğim resmi sürekli dönüştürüyorlar.
Yapıtlarınıza organik ve dijital müdahale yüzdeniz nedir?
Önce kimi desenler yaratıyorum. Her yerden edindiğim imgeler oluyor. Gazeteler, bilgisayar kökenli görsel kaynaklar... Bunları biriktiriyorum. Ardından yine bir desen süreci başlıyor ve bunu bilgisayara aktararak özel bir yöntemle boyuyorum. Bunun sonrasında istersem tuvale, istersem duvara naklini gerçekleştiriyorum. Bazen de ipek baskı, dijital baskı veya taş baskıya dönüştürdüğüm olabiliyor. Ama elbette en fazla elle ürettiğim işlere düşkünüm. Bunların kıymetinin farkındayım. Dijitali daha az gözetiyorum.
Eserlerinizde Keith Haring, Robert Crumb, Gustav Klimt ve Egon Schiele gibi sanatçılardan da ilham aldığınızı düşünebiliyoruz.
Evet, bu sanatçılarla büyüdüm, hepsi ana ilham kaynaklarım oldular. Klimt de öyleydi. Hatta evimde Schiele’nin röprodüksiyonları asılıdır!
Sokak sanatında anonim olma meselesine nasıl yaklaşıyorsunuz?
Kendi kimliklerini gizli tutmayı yeğleyenlere saygım var. Ama ben böyle davranmayıp izleyicilerimle, kalabalıkla sosyal ilişki kuruyorum ve bu iletişim verimliliğimi daha da artırarak yenilikler yapmama olanak veriyor. Sokak sanatımı, izinsiz gerçekleştirmemeye dikkat ediyorum. Yaptığım hemen tüm işlerim, belli izinler doğrultusunda halka ulaşıyor. Grafitiye saygım ve ilgim büyük, ancak ben kendimi daha ziyade bir sokak sanatçısı olarak tarif edebiliyorum. Bence grafiti daha aşırı bir dili kullanıyor. Sokak sanatçıları ise resimlerini benim gibi yaparak büyük alanlarla paylaşımını sürdürüyor.
Kadıköy’deki duvar resminize baktığımızda kaçınılmaz olarak İsrail’deki Gazze Şeridi ve duvarın iki yanı akla geliyor. Bölgenin geleceği ve dokusuna, İsrailli ve Filistinli sanatçıların barış çabalarına siz nasıl bakıyorsunuz?
Evet, bu büyük bir baş ağrısı. Neslim bu konuya çok farklı yaklaşıyor. Biz Tel Aviv’de yaşıyoruz ve orada her şey haberlerde olduğundan çok daha farklı. Siz de gelirseniz, orada herkesin barış içinde yaşadığını görebilirsiniz. Her seferinde bu konuyu merak eden ve Tel Aviv’e hiç gelmemiş insanlara bu tür açıklamalar yapmak durumunda kalabiliyorum. Duvarın her iki tarafındaki yeni nesil insanlar olarak yaşamdan, yiyeceklerden, kumsaldan, arkadaşlıklardan keyif almamızın, canımızın istediği gibi yaşamamızın, üniversite, eğitim hakkımızın değerini sürekli vurguluyorum. En kısa vadede her şeyin daha güzel olacağına dair inancım da kesinlikle tam. Evet, bu hepimizin içine doğduğu çok eski bir hikâye. Ne yazık ki neticede insanların bir kısmı bu yakada, diğer kısmı ise öteki yakada doğmuşlar. Keşke bu hikâye de geçmişte kalmış olsaydı.
Nir Peled’in sergisi 1 Ekim’e kadar Kadıköy’deki Black Flag Art’ta görülebilir.