Güncelleme Tarihi:
Öleceğini, dahası nasıl öleceğini bilen bir adam, hayata kaybederek başlamış bir kadın. Yolları kesişiyor, şans bahsini oynuyor ve aşkla buluşturuyor onları. Ama bildik bir aşk hikâyesi değil onlarınki. Biteceği baştan belli bir hikâye. Zaten ‘Âşıklar Delidir ya da Yazı Tura’ da bir aşk romanı değil. Ayfer Tunç’un elinden çıkma destansı bir hikâye bu kitap. Ustalık işi. İlmek ilmek örülmüş her motifi bir diğerini tamamlayan ve hiçbir motifin birbiriyle rekabet edemediği, öne çıkamadığı bir roman.
Roman üç bölümden oluşuyor. Yazı adamın, tura kadının ve son bölüm ikisinin iç içe hikâyesi. Adamla başlıyor yazar konuya. Mutlu bir ailesi olan, çok sevilmiş bir adam. Bir gün bu mutluluk tuzla buz oluyor. Annesi, kurbanını pelteye dönüştürerek yok eden bir hastalığa tutuluyor. Annesindeki bozuk genin yaptıklarına şahit oluyor bütün aile. Sonra bu mirası abi mi yoksa kardeş mi almış diye yazı tura atılıyor. İhtimal yüzde 50 her ikisi için de. Hastalığa ‘Sophie’ adını veriyor yazar. Ve Sophie seçimini yapıyor; evli barklı çocuklu abiyi değil kardeşi seçiyor. Tüm bunları hasta kardeşin ağzından dinliyoruz kitapta.
Bir yandan ölüme giden yolda yaşadıklarını anlatıyor kahraman, bir yandan bir hastalıkla, mutluluk tablosunun nasıl yıkıldığını. Annesinin babasının sırlarını, abisinin yazı turada kazandığı için çektiği vicdan azabını... En tuhafı ise kendine münhasır doktoruyla yaptığı konuşmalar. Doktorla konuşurken Sophie’yle yaşamayı, daha doğrusu ölmeyi kabulleniyor hastalıklı kardeş. Yalan da olsa bir umut ışığı ile Amerika’ya gidiyor. Ve kader bir yazı tura daha atıyor. Sanem’i tanıyor kardeş. Birbirlerine tutunmamaya çalışıyorlar çünkü düşeceklerini ikisi de biliyor. Hayattan son kez mola alıyor kardeş, son kez ya da ilk kez âşık oluyor. Sonra sonuna dönüyor.
O sonuna dönerken ‘tura’ya geçiyor kitap ve Sanem başını anlatıyor hayatının. Sevgisiz büyüdüğü evi, huysuz anneannesini, hasta babasını, bencil kardeşlerini ve nereye koyacağını bilmediği annesini. Yok sayılarak büyümüş bir kadının hikâyesi onunki. İhtiyaç duyulduğunda ailesinin aradığı ama hiçbir şeyin reva görülmediği bir çocukluk. Hastalıklı bir evde göze batmadan büyüyen bir çocukken ilk aşk hayatını değiştiriyor.
HİÇ BİTMEYEN BORÇ
Mahalleye taşınan yeni çocuk onun kaderini yazıyor. O kader de mutluluk değil umutsuzluk getiriyor. Sanem okuyor, mimar oluyor, Amerika’ya gidiyor. Önceleri genel geçer yargılara göre havalı bir hayat yaşıyor. Sonra bir aydınlanma geliyor... Olmayan hevesi iyice kaçıyor ve yalnızlığına gömüyor kendini. Ama hep bir bedel var ailesine ödemesi gereken. Annesi ve kardeşleri için para kapısı o. Borcu hiç bitmeyen biri. Umut’u görünce hastalıklı ruhları tanıyor önce birbirlerini. Yaşadıkları o kısa dönemde anı biriktiriyorlar. Umut gidince yazmaya devam ediyorlar birbirlerine. Elbette Sophie izin verdiği sürece...
‘Âşıklar Delidir ya da Yazı Tura’ sert bir kitap, okurken hatta bittikten sonra sizi zorlayan romanlardan. Etkisini daha ilk sayfalardan hissettiren. Katman katman örülmüş bir roman. Aşkın övüldüğü ya da yerildiği değil olduğu gibi olduğu bir kitap. Aşkı ortaya alsa da aslında sadakati, aile bağlarını, sırları, yalanları, umudu ve en çok da acıyı tartışıyor. Karakterlerinin kaderlerini yaşadıkları acılar belirliyor. Ve dik durarak karşılıyorlar hayatın sunduklarını. Ayfer Tunç’un nasıl usta bir romancı olduğunu her satırda hissediyorsunuz. Psikolojik pek çok öğeyi tartışmaya açarken yaşadığımız ülkenin hafızasına göndermeler de yapıyor. Aslında yapılan seçimlerin bizi nasıl da iliklerimize kadar acıya gömdüğünü gösteriyor. O kadar çok alt hikayesi var ki romanın... Ermeni sorunu, işkence gerçeği var, günümüz değerlerinin getirdiği yozlaşma, hastalıkla yaşama, aşk, aldatma, yalan, ihanet... Ayfer Tunç tüm bunları kitaba tam kıvamında yerleştirerek bir destan yaratmış. Başrolü de acıya vermiş. (6 Şubat’ta raflarda.)