Güncelleme Tarihi:
Joseph Conrad, Türk okuyucusunun yakından tanımadığı fakat bir an önce tanıması gereken bir yazar. Onun için ‘dünya edebiyatının ağır toplarından biri’ desek yalan olmaz. Çünkü James Joyce, George Orwell, Virginia Woolf gibi büyük yazarların şükranla andığı bir üstat. ‘Lord Jim’ ise Joseph Conrad’ın insan psikolojisinin derinliklerine indiği önemli eserlerinden biri. Joseph Conrad 1857 yılında doğan, Polonya asıllı bir İngiliz. Denizcilik kariyerine miçolukla başlayan yazar, kaptanlığa kadar yükselerek ömrünü okyanuslarda geçirmiş. Yüzlerce ülke görerek edindiği tecrübeleri mükemmel şekilde kurgulayarak dünya edebiyatında çığır açan Conrad, 1924 yılında vefat etmiş. Kitapta, Jim’in hikâyesini yaşlı kaptan Marlow’un ağzından bütün gece süren bir sohbet esnasında dinliyoruz. Anlatıcının gece boyu konuşmasıyla eser Doğu masallarını andırmakta. Hikâye şöyle gelişir: Jim, ‘Patna’ adlı gemide ikinci kaptandır. Bir gece, başka bir geminin enkazına çarparlar ve Jim batacaklarını düşünür. İçerideki sekiz yüz hacı adayını uyandırmadan (uzun bir iç muhasebeden sonra) kaptan ve birkaç kişiyle filikaya atlayarak kaçar. İnsanları ölüme terk eden kaçaklar Deniz Bürosu’nda yargılanır. Marlow büroda görevlidir. Jim hariç herkes bir şekilde firar eder fakat Jim suçunu kabul ederek hem lisansını hem de gururunu kaybeder. Jim’in dürüstlüğü ve saflığı Marlow’un dikkatini çeker ve aralarında sıcak bir dostluk kurulur. Marlow’un arkadaşı Stein, Jim’in bir ‘romantik’ olduğunu söyler. Romantizm, insanın modern toplumdan kaçarak doğaya sığınması olarak özetlenebilir. Kitabı okurken, Jim’in de bir şekilde doğaya sığınacağını, iç dünyasına dönerek bir çeşit aydınlanma yaşayacağını tahmin etmiştim. Oysa Conrad’ın kurgusu beni ters köşeye yatırdı. Jim, Stein tarafından Asya’da bulunan ‘Patusan’ adlı ilkel bir köye iş için gönderilir. Jim’e göre bu iş doğaya sığınmak için bir şanstır. Ancak Jim’in Patusan’da yaşadıkları tamamen realist bir bakış açısıyla kurgulanmış. Köye çabuk adapte olan Jim, yerlilerin saygısını kazanmakta güçlük çekmez. Yerliler ona kendi dillerinde ‘lord’ diye hitap ederler. Jim, kabileler arası iktidar savaşlarına dahil olur. Büyük bir kale yaptırır ve kendi düzenini kurar. Oysa kurduğu düzen yıkılmaya mahkûmdur. Olay örgüsü, bazen gelen bir mektupla, bazen de başkalarının anlattıklarıyla ilerler. Bu sayede yazar, üstkurguyu başarıyla kullanmıştır. Kitabı okurken karşılaştığımız romantik betimlemeler eserin üslubuna mistik bir hava katar. Bu mistik hava içerisinde yazar, insan psikolojisini masaya yatırır. Okuyucu Jim’i tanımaya çalışırken kendini de tanımaktadır. Zaten, Jim’in ‘bizden biri’ olduğu bilinçli bir şekilde tekrarlanmıştır. Hayal gücünün gerçek karşısında aciz kaldığı, insan için kaçışın mümkün olmadığı vurgulanır. İnsanın olduğu yerde iktidar savaşları kaçınılmazdır. “Jim’in kurduğu düzenli, huzurlu sosyal hayat, herkesin yarınından emin olduğu hayat o akşam kanlı bir şekilde yıkılmanın eşiğinde gibiydi” der anlatıcı. Dünyanın öbür ucundaki ilkel bir köye giden ilk beyaz adam dahi olsanız, kaçmak gerçekten imkânsızdır.