Güncelleme Tarihi:
“Durunca anlaşılır saatin kaç olduğu?” Turgut Uyar’ın ‘Açıklamalar’ şiiri bu dizeyle başlar. Bu dizeyi anmaya da kullanmaya da tekrarlamaya da doyamadık. Dedik, dedim ve tam o sırada da “Her tür sevgi tekrarlara bayılır çünkü tekrarlar zamana kafa tutar” cümlesi imdadımıza yetişti. Böylece bir tekrarla üç şey birden kazanmış oluyorduk: Sevgi yenileniyordu, zaman duruyordu ve isyan sürüyordu. Biraz aşırı-yorum ya da serbest-yorum yapmış olabilirim bu sözlerimle, ama ne de olsa bir Turgut Uyar dizesiydi okuduğumuz. Öyle bir dize olunca da haliyle, şiirde durduğu gibi durmuyor, bir saat gibi tıkır tıkır işliyordu hayatımızda.
Akrabadan John Berger ve nakkaşandan Selçuk Demirel’in dostlukları, “Saat kaç?” diye sorduklarına bakmayın, zaman tanımıyor. Yokluğu iki yıla varan Berger, klişe pahasına söyleyeceğim, kitaplarıyla yaşamaya devam ediyor. Hatta yapıtlarıyla yaşamayı sürdüren yazarların da başında geliyor. Yoo, yapıtlarının çeşitliliğinden, pek çoğunu okuduğumdan, Türkçede onu tanıyan pek çok okur gibi akraba saydığımdan değil yalnızca ama zamana dayanıklı oluşundan, böylece hep bize taze ürünler sunuyormuş duygusuyla okuduğumdan biraz da. Çok yaşasın, çok okuyalım!
İkilinin, 1998’den bu yana Türkçe, İngilizce ve Fransızcada yayımlanan buluşmalarının sonuncusu, daha doğrusu en yenisi ‘Saat Kaç?’ (Yapı Kredi Yayınları, Temmuz 2018). Deneme yazarı ve John Berger’ın İtalyanca çevirmeni Maria Nodotti, yayıma hazırladığı albümün ‘Acele Etmemek’ başlıklı sunuşunda, bu çalışmanın 2016’da tasarlandığını belirtiyor: “Bu oyun, eğlence, merak ve ortak hayranlıkla ilgili yeni bir işbirliğinin (ya da komplonun), imgeyle sözcük birbirinden habersiz ve birbirini açıklamadan buluştuklarında ne olacağını birlikte keşfetmenin büyüsü konusunda bir çalışmanın ilk bölümü olacaktı.” (s.7)
ZAMAN, ŞİİR OLUYOR
Herkes için can alıcı bir sorun olan ve bence hem Türkçede hem şiirde hem felsefede en doğru ve yakıcı karşılığını Oktay Rifat’ın “Bir çekitaşı gibi üstümde zaman” dizesinde bulan ve yalnızca Rifat’ın, Berger’ın, Demirel’in değil hepimizin vazgeçilmez konusu ‘zaman’.
Ne yazık ki Berger’ın zamanı çeşitlemeye, yeni zamanlar bulup yazmaya zamanı kalmadı. Nadotti, Berger’ın yapıtlarındaki zamana dair düşünce, espri, gözlem, not ve öyküleri, Demirel’in çizimleriyle buluşturmak üzere seçti. Böylece ortaya durunca anlaşılan ‘Saat Kaç?’ çıktı: “Gökyüzü gibi, Berger da Demirel de zamanın boş değil, açık olduğunu bize hatırlatırlar” diyor Nadotti.
İki şiir birbiriyle yarışıyor desem, olmaz. Bildiğim, okuduğum, izlediğim Berger ve Demirel şiiri yarıştırmazlar. Öyleyse zaman, üzerine düşünülmeye, yazılıp çizilmeye başladığı anda şiir de olmaya başlıyor diyeyim. Zaten ‘belleğin, yasın, aşkın, umudun, bedenin, direnişin, başkaldırının, ileriyi görüşün, doğanın, düşlerin, yaratıcılığın, yazının ve çizimin zamanı’ bir bakıma şiirin de zamanı.
Berger pek çok kitabından yapılmış alıntılardan birinde “Tıpkı şiirin esas temasının zamanın geçiciliği, resmin esas temasının ise, anın daim kılınması olması gibi” diyor. Bir başkası ise belleğin zamanına dair ve insanın içine taş gibi oturan bir alıntı: “Ana babalarımızın unutamadıkları şeylerin tortularıyız biz. Geride kalan şeyleriz. Unutkan olmak kalan şeylerin özüne yolculuk etmektir. Taşa.”
‘Yitik Zamanın Peşinde’ yazan Marcel Proust’un anladığı şeyin ne olduğunu da belirtiyor Berger: “Yaşanmış süre bir uzunluk değil, derinlik ve yoğunluk sorunudur.”
Zamanın zafer işaretinin ne olduğunu biliyor musunuz? Fabrika! “Bütün gece çalışmaya devam eden fabrika, duraksız, düzenli ve acımasız bir zamanın zafer işaretidir.” Çünkü en insani ve en tabii şeyler olan uyku ve düş zamanında bile o çalışmayı sürdürecektir.
Bir Berger kitabı olsun da roman, öykü, deneme, kapitalizm eleştirisi olmasın, ne mümkün: “karşılaştığı her şey önünde hızla boyun eğmeye yönelen sermayenin acımasız ve kayıtsız zamanı” da, insanın kendine, sevdiklerine sık sık saatin kaç olduğunu sormasına yol açacaktır. “Vakit, nakittir” sözünü hatırlarız, İstanbul’da, New York’ta, Paris’te, her yerde. Zamanın alınıp satılabilmesi, kapitalizmin adaletsizliğinin çizgisel bir zaman anlayışına dayanması ve zamanı hızlandırmak...
İşte tüm bunlara meydan okuyan bir eylem vardır, sevmek. Zamanı durduramasa da dünyayı yavaşlatan bir eylem. Aragon’un “Sana büyük bir sır söyleyeceğim” dizesiyle işaret ettiği şey: “Zaman sensin”. Yalnızca sevgi ile zamana meydan okunabilir. Tabii kapitalizme de...
Berger ve Demirel. Biri yazmış, biri çizmiş
değil yalnızca, onlar zamanın da şairleri.
SAAT KAÇ?