Güncelleme Tarihi:
2012 yılında, Melih Fereli küratörlüğünde ‘Erdem Helvacıoğlu: Siyaha Özgürlük’ sergisiyle Arter’de başlayan ‘Sesli Dizi’nin beşincisi, ses heykelleriyle tanınan Bill Fontana’nın İstanbul’dan ilham aldığı projesi ‘İo’nun Yeni Sesi’yle devam ediyor.
‘Sesli Dizi’ kapsamında yer alan sergilerin ortak özelliği ‘sound art’ alanındaki üretimi desteklemesi... Malzeme olarak odak noktasına sesi yerleştiren ‘sound art’, disiplinlerarası olabildiği gibi melez bir biçimde de karşımıza çıkabiliyor. ‘Sesli Dizi’; bir ‘ses sanatı’ yapıtı ile bir müzik parçası arasındaki ayrımı, izleyiciye beyaz bir küpün içinde, tarihsel bir akışta anlatıyor.
Bir müzik parçası yapıtı ritim, melodi, armoni, tını, doku, form üzerine kurulu bir yapıdır. Buna karşın bir ‘ses sanatı’ yapıtı bir heykel, bir resim ya da bir yerleştirme olarak üretilebilir. Bir ‘ses sanatı’ yapıtını bir besteden ayrıştıran diğer unsurlar, uzun süreli kayıtlardan oluşması, doğanın ya da mekanik seslerin mekânla kurduğu biricik ilişkiden beslenmesidir. Ses sanatı kavramsal sanat, minimalizm, elektro-akustik müzik, avangart şiir ve deneysel tiyatro gibi geleneksel anlayışın sınırlarını zorlayan özgün sanat akımlarında kendine yer bulur. 1960’lardan itibaren dönemin avangart bestecileri John Cage, Edgard Varése ve Pierre Schaeffer müziği plastik bir öğe olarak yeniden yorumlayıp ses sanatının gelip geçici bir modadan ibaret olmadığını göstererek günümüze kadar taşır.
KENTSEL ÇEVRE, MÜZİKAL BİLGİ KAYNAĞI
Besteci Erdem Helvacıoğlu’nun Fluxus akımının öncülerinden George Maciunas’ın ‘Piyano Parçası’ adlı eserinden hareketle yeni bir ses yerleştirmesi oluşturmasıyla başlayan; John Cage ve Sarkis’i derinden etkileyen Japonya’daki Ryoanji Zen Bahçesi’nden hareketle üretilen çalışmalarla devam eden ve ardından duyu sistemimizi yeniden keşfetmemiz çalışmalarla tanışmamızı sağlayan ‘Sesli Dizi’ projesinin beşinci sergisi ‘İo’nun Yeni Sesi’, İstanbul’a kulak veriyor. Melih Fereli küratörlüğündeki sergi, Arter’in Bill Fontana’ya özel sipariş ettiği ‘İo’nun Yeni Sesi’ adlı ses/video yerleştirmesinin dünya prömiyerine ev sahipliği yapmasıyla ayrı bir önem taşıyor. Bill Fontana, ürettiği ses heykelleriyle kentsel çevreyi canlı bir müzikal bilgi kaynağı olarak kullanıyor ve dinleyicinin zihninde çağrışım alanları açarak görsel imgelere dönüştürüyor.
‘İo’nun Yeni Sesi’ özünde mitolojik bir hikâyeyi saklıyor. Fontana’nın bu mitolojik hikâyeyi seçme ve hatta sergiye bu başlığı taşıma serüvenini küratör Melih Fereli şöyle anlatıyor: “Fontana’nın işlerine verdiği pek çok ad, daha ziyade teknik tanımlamalar şeklinde olur. Esere ve sergiye isim arayışlarımıza odaklandığımız bir sohbetimizde Fontana suyun hafızası olduğuna inandığını belirtti ve bu bağlamda Boğaz’ın insanlığın sevinçlerine olduğu kadar acılarına da tanıklık etmenin ötesinde, birçok öyküyü de tetiklemiş olabileceğine işaret etti. Ben de bunun üzerine bu çok önemli su geçidine verilen ‘Bosphorus’ adının nereden geldiğini anlatmak ihtiyacını hissettim. Pek etkilendiğini görünce, galiba bu defa farklı bir yola yöneliyoruz ve işin içine mitolojiyi de katabileceğiz diye düşünmekten kendimi alamadım.”
SES DÖNGÜSÜNDEKİ ZAMANSIZLIK
BOĞAZ, İSTANBUL’UN RUHUNU TEMSİL EDİYOR
ARTER’İN KURUCU DİREKTÖRÜ MELİH FERELİ İLE “SESLİ DİZİ” ÜZERİNE SÖYLEŞİ...
Arter, İstanbul’a kulak vermeye devam ediyor. 2012 yılında küratörlüğünü üstlendiğiniz Erdem Helvacıoğlu’nun “Siyaha Özgürlük” sergisiyle başlayan “Sesli Dizi” başlıklı proje 2013 yılında “Sarkis: Cage / Ryoanji Yorumu” ile devam etmişti. Ardından “Dinleyen Gözler İçin” ve akabinde “Yağmur Ormanı V” izleyici ile buluştu. “Sesli Dizi”nin çıkış hikayesini, nasıl bir yol izlediğini ve nereye varmak istediğini sizden dinleyebilir miyiz?
Sizce doğayı, kendimizi, çevremizi ne kadar dinliyoruz? Duymakla dinlemek arasında nasıl bir fark var?
Çok az, hattâ belki de hiç! Hayatımızın aşırı hızlanan temposu, hızlı tüketim anlayışı eskilerin şahane deyişiyle ehemle mühimin iyice karışmasına yol açtı; acile öncelik verirken yaşamın anlamını kaçıran insanların çok olduğuna eminim.
Duymak süreklidir, kapatamadığımız bir duyumuzdur; dinlemek ise bir kararlılık ister, odaklanmayı gerektirir. Duyduğumuz her şeyi gürültü olarak kabullenme kolaylığına kaçarız genelde; oysa odaklandığımız zaman, gürültü ve sessizliğin içinde de bambaşka zenginlikler hattâ armoniler keşfedebileceğimize yine John Cage’in dikkat çekiyor.
David Tudor’ın tasarımından hareketle Composers Inside Electronics tarafından gerçekleştirilen ve bir yılı aşkın bir süre boyunca Arter’de sergilenen “Yağmur Ormanı V var. 3” adlı yapıt duyamadığımız seslerin zengin dünyasının en güzel örneklerinden birini oluşturuyor; aynı şu anda sergilediğimiz Fontana’nın “Resounding Io” adlı yapıtı gibi…
Bill Fontana ile nasıl bir araya geldiniz? Birlikte çalışma serüveninizden bahsetmek ister misiniz? Fontana “özel sipariş”iniz ile bir yapıt ortaya çıkarttı. Birlikte nasıl bir fikir üretim süreci geçirdiniz?
İstanbul’un en önemli simgelerinden biri olan “Yerebatan Sarnıcı” akustiğinin dışında sizi nasıl etkiledi? Sergiye nasıl yön veriyor?
Yerebatan Sarnıcı’na aşinalığım aslında konum olarak ona çok yakın olan İstanbul Erkek Lisesi’nde okuduğum yıllara dayanır. Bu muhteşem yapının kültür-sanat bağlamında yoğun biçimde kullanılması ise İKSV genel müdürü olduğum yıllarda gerçekleştirdiğimiz Bienal ve Müzik Festivali projeleri vesilesiyle olmuştur.
Ana işlevi su depolamak olan bu yapının inşası sırasında akustik karakterinin bir öncelik olarak ele alındığını sanmıyorum; ancak dönemin zorlu koşullarında ihtiyaç duyulan - özellikle sütun ve başlık gibi - malzemenin başka tarihî yapılardan taşınmış olmasının yarattığı zengin çeşitlilik, yapının tüm mîmârî özellikleri arasında öne çıkıyor. Ses ve ışık odaklı işler için özellikle yaratılmış bir mekân olduğu hissine kapılmamak mümkün değil… Sergiye yön verişi de aslında ses üzerinden oldu; Boğaz’ın ses kayıtlarına bu sarnıcın vereceği cevabın çok heyecan verici olacağını tahmin edebildik ve yaptığımız deneyler sonucunda serginin ses katmanının önemli bir bölümü bu mekânda yaratıldı.
İo’nun mitolojik hikayesi ile sergi nasıl bir bağ kuruyor?
Fontana’nın işlerinin pek çoğuna verdiği adların daha ziyade teknik tanımlamalar şeklinde olduğunu bilirsiniz; esere ve sergiye isim arayışlarımıza odaklandığımız bir sohbetimizde Fontana suyun hafızası olduğuna inandığını belirtti ve bu bağlamda Boğaz’ın insanlığın sevinçlerine olduğu kadar acılarına da tanıklık etmenin ötesinde, birçok öyküyü de tetiklemiş olabileceğine işaret etti. Ben de bunun üzerine bu çok önemli su geçitine verilen “Bosphorus” adının nereden geldiğini anlatmak ihtiyacını hissettim. Pek etkilendiğini görünce, “galiba bu defa farklı bir yola yöneliyoruz ve işin içine mitolojiyi de katabileceğiz” diye düşünmekten kendimi alamadım.
Öyle ya, Argos prensesi Io hiç suçu yokken Zeus’un aşkı ve karısı Hera’nın kıskançlığı arasında sıkışıp kalmış; hiç haketmediği eziyetli bir süreçte de kim bilir ne ağıtlar yakmıştı… Boğaz’ı geçerken Promete’nin verdiği müjdeyle atmış olabileceği sevinç çığlıkları da Boğaz kıyılarında yankılanmıştı zahir… Biz de Boğaz’ın sularını kaydettiğimiz sesler üzerinden Yerebatan Sarnıcı’na taşırken, suyun belleğinde Io’dan kalan haykırışları da yeniden canlandırıyor olabilecektik; tam da Fontana’nın tüm işlerinin özündeki “sesleri bağlamlarından kopartıp yeni bir bağlama taşımak” eyleminin öngördüğü gibi!