Güncelleme Tarihi:
Geçenlerde Ziya Osman Saba’nın ‘Okumak’ öyküsünden söz açmıştım. Hürriyet Kitap Sanat’ın değerli bir okuru, Refia Hanım aradı; Saba’nın ‘Okumak’ta Jules Verne’den hatırlayışlara yer verip vermediğini soruyordum, veriyormuş. Refia Hanım “Eski bir yazınızda değinmiştiniz zaten” diyordu.
Ah o eski yazılar! Bir utançla ‘Okumak’ta Jules Verne satırlarını buldum. “Jules Verne’in, Ahmet İhsan tercümesi kitapları, daha o zamanlar bile, mevcutları azalmış, ancak, eski kitaplar da satan kitapçılarda bulunan, üzerleri tuğralı, çiçekli, süslü ciltli kitaplardı.”
Eski yazımı, ‘Okumak’taki Jules Verne’i yarım yamalak hatırlıyordum ama, “Eski bir evde olmak, orda, Eyupsultan’da” dizesi ezberimde pırıl pırıldı. Beşir Ayvazoğlu’nun ‘Eyüp Yolunda’ya o dizeyle başlayacağını umuyordum; yanılmamışım. Ayvazoğlu’nun yeni eseri ‘Bir Ateşpâre Bin Yangın’ (Kapı Yayınları) İstanbul gezintilerinden oluşuyor. Hemen belirteyim, çok farklı gezintiler, gezinişler.
Eskiden bugüne İstanbul’un kültür haritası da diyebilirim. ‘Eyüp Yolunda’ o gezintiler arasında.
Ziya Osman’ın şiirine rağmen, kaygıyla noktalanıyor bu güzel yazı: “Eyüp denince hâlâ aklımıza ilk gelen ismin Pierre Loti olması utanç vericidir.” Yalnız Ziya Osman’ın şiiri mi? Beşir Bey Eyüp’ün edebiyatımıza yansımalarını geniş bir yelpazeden saptıyor. Divan edebiyatından Halid Ziya’ya, en son da Dağlarca’ya Eyüp duyumsayışları, dile getirişleri.
Ama eninde sonunda niye Pierre Loti? Öyle sanıyorum ki, yerleşiklik edinmiş Loti efsanesi bugün de sürüyor. Ben, Eyüp denince, ‘Mai ve Siyah’a kapılıp giderim. Beşir Bey Ahmet Cemil’in Eyüp’te kız kardeşi İkbal’i toprağa verişini elbette değerlendirmiş.
‘Bir Ateşpâre Bin Yangın’dan yepyeni bilgiler edindim, yepyeni gözlemler, tespitler. Örnekse, Âşiyan’da yaşamış Tevfik Fikret Boğaziçi’nden yalnızca bir kez, o da “Bosfor” diye söz açmış. Örnekse, Tanpınar İstanbul’un simgesel ağacı erguvandan sadece bir öyküsünde ve bir şiirinde söz açmış...
Edebiyat tarihçisi Nihad Sami Banarlı’nın İstanbul’u irdelemiş yazılarına değinen ‘Millî Peyzaj’ da benim için sürprizdi. Banarlı’yı birçoğumuz lise yıllarımızdan biliriz, kimimiz de Yahya Kemal’in eserini yaşatmasından. Ayvazoğlu’ysa, Banarlı’nın İstanbul’a ilişkin önerilerini bugüne taşıyor. (Süleymaniye Camii için önerilenlere şaşmamak elde değil.) Bir de Beşir Bey’in, Banarlı’dan yola çıkarak, ‘millî peyzaj’ konusundaki yerinişini: “Gerçek bir İstanbul sever olan Nihad Sami Banarlı’nın, Menderes dönemindeki imar hareketlerinin sonuçlarını ve daha sonraki gelişmeleri gördükten sonra derin bir hayal kırıklığı yaşadığından şüphe etmiyorum. Bir de günümüzde yaşanan çılgınlığa şahit olsaydı herhalde kahrolurdu.”
Günümüz şiirinin ille geri planda kalmayı tercih etmiş, hep alçakgönüllü ustalarından Enver Ercan! Özger Ercan ‘şair hakkında yazılar’ı, ‘şairle söyleşiler’i iki kitapta derlemiş: ‘Ben şiirimi yazarım, sonsuzluk varsa gider’ ve ‘Enver Ercan Sen Sözcüğün Tekisin!’ (Yasakmeyve Yayınları).
İyi ki derlenmiş bu yazılar. Ayrıca edebiyatımıza geçen emeğiyle Enver Ercan’ı düşündüm. Uzun yıllar geçti; Erdal Öz’ün yazı odasında bir araya gelmiştik Enver Ercan’la, çağdaş edebiyatımızın şairlerine, yazarlarına sevgiyle, saygıyla yaklaşımını unutamam. Sevgisizliğin, çarçabuk harcayışın öne çıktığı ne çok anı! Onların yanı başında Enver’in tutumu! Hasan Bülent Kahraman’ın söylediklerini alıntılıyorum: “Rüyanın şiirini yazmıştır Ercan ama riyanın şiirini yazmamıştır.” Aynı şekilde, çağdaş edebiyatımızın da gerçek bir kucaklayıcısı olmuştur...