Issızlığın ortasındaki ‘Gözlemevi’

Güncelleme Tarihi:

Issızlığın ortasındaki ‘Gözlemevi’
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 08, 2022 09:13

‘Gözlemevi’ başlıklı sergiyle Çoruh Nehri’ne bakan kıraç tepedeki Baksı Müzesi’ne konuk olan usta heykelci Osman Dinç, “Benim eserlerim aslında doğada olan şeylerin, tohumların birer soyutlaması. Biz doğanın kendisiyiz. ‘Gözlemevi’yle etrafımızda, bizi kuşatan tüm çevreye bakmış oluyoruz” diyor.

Haberin Devamı

“Dünyada böyle bir yer yok” diyor usta heykelci Osman Dinç, “Ben birçok yerde sergi yaptığım, dolaştığım için biliyorum, bilhassa bir sanatçı tarafından yapılan böyle bir yer yok.” Bayburt’un 45 km dışında, Çoruh Nehri’nin kıvrılarak aktığı vadiye bakan kıraç tepedeki Baksı Müzesi’nden bahsediyor...
Osman Dinç çok haklı. Sonunda ben de dünya gözüyle gördüm Baksı’yı. Ölmeden önce mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri burası. Müzeden öte, insan emeğiyle yaratılmış bir mucize mekân. Mucizenin arkasındaki isimse sanatçı Hüsamettin Koçan. Doğup büyüdüğü toprakların kültürel birikimine saygıyla sanatın hayatı dönüştürücü gücüne inandı, başta eşi Oya Koçan olmak üzere ailesinin, Bayraktar Köyü’ndeki hemşerilerinin, sanatçı dostlarının, sanatsever iş insanlarının desteğini aldı ve bir hayali gerçek kıldı.

Haberin Devamı

Koçan’ın küçük bir çocukken gurbetteki babasının yolunu gözlediği kıraç tepede yeşerttiği Baksı, füturistik mimarisiyle ıssızlığın ortasında bir uzay gemisini andırıyor. Özellikle bölgedeki kadınlara istihdam yaratmakla kalmıyor, çevre illerden seçilen yılda yaklaşık 200 çocuğa eğitim bursu sağlayarak onlarla çeşitli atölyeler gerçekleştiriyor. Ayrıca Depo Müze’de ciddi bir daimi koleksiyon seçkisine ev sahipliği yapıyor ve yaklaşık 40 kişiyi ağırlayabilen misafirhanesiyle sanat dolu sakin doğa inzivası için ideal bir yer...

SESSİZLİĞİN FİLOZOFU

Issızlığın ortasındaki ‘Gözlemevi’


Baksı Müzesi, şimdilerde Osman Dinç’ın ‘Gözlemevi’ başlıklı heykel sergisine ev sahipliği yapıyor. Dinç’in çeşitli dönemlerde ürettiği demir, pirinç, bronz ve camdan heykellerin yer aldığı kapsamlı bir sergi bu: ‘Kara Selviler’den ‘Çekül Adamlar’a, ‘Orada bir ev var uzakta’dan ‘Boşa koyuyorum olmuyor, doluya koyuyorum almıyor’a, ‘Sırat Kapısı’ndan ‘Tohum’a, ‘Milyarlarca Atom’dan ‘Kara Delikler’e, ‘Sekiz Bin Yıllık Tarih ve Kayık’tan ‘İleman Dağı’na, ‘Bir Damla Su ve Kayık’a ve pandemi ürünü ‘Maske’ye aslında isimleriyle hikâyelerini belli eden, ağırlıklı olarak 2000’li yıllarda Ankara OSTİM’deki atölyesinde ürettiği eserler...
Dinç’i “Her daim yalın formlarla derin anlamların peşinde, sessizliğin filozofu” olarak tanımlayan Koçan, “Onun bu sessiz tepede açtığı sergi de burada yaratmak istediğimiz anlamlı sessizliğin izdüşümüdür” diyor. Osman Dinç ise “‘Gözlemevi’yle etrafımızda, bizi kuşatan tüm çevreye bakmış oluyoruz” diye konuşuyor.

Haberin Devamı

DÜNYAYI GÜZELLEŞTİRMEK İÇİN

Issızlığın ortasındaki ‘Gözlemevi’

Sanat eleştirmeni Evrim Altuğ, sergi kataloğunda yer alan yazısında Osman Dinç’in evrenini, “Hem kabuk hem de çekirdek, hem tohum hem de meyvenin olanca metaforla resmigeçit yaptığı, mikro ve makro soyut peyzaj olarak Dinç’in evreni, insanın varoluş öyküsündeki türlü kuraklık ve bereket hikâyelerini bitimsizce yâd ediyor” sözleriyle anlatıyor. “Benim eserlerim aslında doğada olan şeylerin, tohumların birer soyutlaması. Zaten sanatçı doğada olmayan bir form yaratamaz. Biz doğanın kendisiyiz” diyen Osman Dinç ise sanatçıların ‘Binbir Gece Masalları’ndaki Şehrazat gibi ölmemek için her gün yeni hikâyeler anlatmak zorunda hissettiğinin altını çiziyor ve müzenin giriş merdivenlerine yerleştirilen kayık heykelini göstererek ekliyor: “Şurada bir kayık var. İçinde su. Denizi kendi karnında taşıyan bir kayık... Aslında dikkat ederseniz Dünya da denizini kendinde taşıyan bir gemi, bir uzay gemisi... Yüz binlerce kilometre hızla gidiyor. Bunun içinde ne varsa; yaptığımız güzel şeyler ve pislikler su yüzünde kalıyor. Onun için bu geminin çok güzel kullanılması gerekiyor. Benim hikâyem bu gemiyi nasıl güzelleştiririzin hikâyesi.”
52 yıldır Paris’te yaşayan Osman Dinç’in hikâyesi, 1948’de Denizli Bozkurt’ta başlıyor. Çiftçi bir ailenin doğuştan yetenekli, meraklı çocuğu: “Fırsat buldukça çizerdim. Defterlere, kitaplara... Dedemin bir Kuran’ı vardı, yazıların etrafında süslemeler, renkli; onları incelerdim. Doğamdan gelen bir açlık vardı.”
Bir gün okula Atatürk büstü getirip dikmişler. Küçük Osman, “Ben de yaparım” deyip kolları sıvamış: “Bir krater taşını tık tık tık oyarak yaptım. Küçük bir bahçem vardı benim, oraya diktim.” Ve babadan ilk büyük azar, Atatürk büstü tuz buz! “İşte sanata psikanaliz açıdan baktığınızda, babaya isyan, anneye yaranma vardır...”
Bir de dayısı var: Bozkurt’tan Köy Enstitüsü’ne giden ilk kişi, öğretmen... Yazları geliyor. Meraklı Osman, dayısıyla çok zaman geçiriyor; onu rol model alıyor kendine... İlkokul bitiminde verilen bir yıl arada çelimsiz Osman’ın tarlada pek işe yaramayacağı anlaşılınca okumasına karar veriliyor; kolay olmuyor tabii, bu uğurda kendi çapında açlık grevi bile yapıyor. Sonra üç dört aile birleşip Denizli’den bir ev tutuluyor. Bir de kırtasiyeden hesap açtırılıyor. Küçük Osman, ilk kez renkli kalemlerle tanışıyor, suluboyalar, resim defterleri alıyor oradan. Yaptığı resimleri de okula asıyor. “Lisede meşurdum artık, okulun ressamı bendim” diyor Dinç.

Haberin Devamı

PARİS’E KÜSKÜN GİTTİ

Issızlığın ortasındaki ‘Gözlemevi’

1966’da Gazi Eğitim Enstitüsü’ne giriyor Osman Dinç, 1969’da mezun oluyor. İyi bir eğitim alıyor orada: “Gazi’ye saygı duruşunda bulunmam gerekiyor. Orada resim-iş öğretmeni olarak yetiştirildik. Malzeme ve tekniğe dair her şeyi gördük.” Bir süre köy okulunda resim öğretmenliği yapıyor. 72’de Paris Güzel Sanatlar Akademisi’ne kazanıyor, devlet bursuyla Fransa’ya gidiyor. 75’te dönüp iki yıl Bursa Eğitim Enstitüsü’nde çalışıyor. “Faşistler”in baskısı sonucu “küskün” olarak 77’de yeniden Paris’in yolunu tutuyor. Gidiş o gidiş... Çok kazanmıyor ama keyfi de yerinde. Fransa’nın yetenekli genç heykelcileri arasında adı anılıyor. Bir süre sonra Bourges Sanat Yüksekokulu’na öğretim üyesi olarak giriyor. Yaklaşık 30 yıl, emekli olana dek binlerce sanatçı yetiştiriyor: “Öğrencilerim arasında Fransa’da isim yapmış heykelciler de var.” 93’te UNESCO tarafından Paris Yılın Heykel Sanatçısı ödülüne layık görülüyor.

Haberin Devamı

DEMİRE SAYGI DUYMAK
İlk bakışta ‘soyut’ gibi görünse de “Benim eserlerim aslında kendi hikâyelerini anlatan figüratif şeyler” diyor Dinç. Anne tarafından ‘demirci’ genlere sahip ama malzeme olarak demiri seçmesini tembelliğine bağlıyor: “Pırıl pırıl bir demir levha. Arkasında 5 bin yıllık birikim, binlerce insanın emeği var. İlk şey onu bozmamak, ona saygı dulmak. Düzgünce çizip kesersin, olur sana kayık... Kalan parçalardan başka küçük objeler yaparsın. Önceleri Paris’te oturduğum mahallede yıkılan evlerin inşaatlarından eski malzemelerle iş yapıyordum. Az evcilleşebilen şeylerdi. Zamanla atık malzemeler birikti, beni yutmaya başladı atölyemde. Maddi olarak da rahatlamıştım, düzgün demir levhalar almaya başladım.”
Osman Dinç, 52 yıldır Paris’te yaşayıp üretiyor ama memleketten bahsederken gözleri doluyor hâlâ: “Paris güzel tabii. Ama o öyle değil. Bir ağaç düşünün, kökü burada dalları orada, meyvesi oraya düşüyor. Niye unutamıyorum? Çok ilginç, çünkü giderken küskün gittim oysa. Sekiz yıl hiç gelmemiştim buraya. Ama sürekli içimde Türkiye.” Ve şimdi ıssızlığın ortasındaki Baksı’da olduğu için çok mutlu...

Haberin Devamı

Osman Dinç’in ‘Gözlemevi’ başlıklı sergisi aralık ayına kadar Bayburt’taki Baksı Müzesi’nde.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!