Güncelleme Tarihi:
Ahmet Hamdi Tanpınar, “mütareke İstanbul’u”nda geçen romanı ‘Sahnenin Dışındakiler’de Türk milletinin gerçek anlamda ölüm-kalım savaşı olan Milli Mücadele’nin gerçekleştiği Anadolu’yu ‘sahne’, Osmanlı Payitahtı’nı ‘sahnenin dışı’ olarak ele alır. Romanın önemli karakterlerinden İhsan, “Orada mücadele var, muharebe var. Mukadderatımız orada halledilecek! Asıl sahne orası. Biz burada maalesef sadece seyirciyiz. Sahnenin dışındayız” der. İstanbul temalı kitaplarıyla tanınan yazar Tolga Gümüşay, bu sefer okuyucuyu o yıllara, ‘sahnenin dışı’na ışınlıyor. 1920’nin ilk aylarından başlayan ‘Veli’ isimli romanında bir Türk gencini takip ediyor. Çarlık yanlısı olduğu için İstanbul’a kaçan bir kadına olan aşkı ve biri Rum, biri Ermeni iki gayrimüslimle arkadaşlığı ise toplumsal çatışma ortamında her şeye karşı galip geliyor. Gümüşay, Anadolu’dan İstanbul’a kaybederken kazananların, kazanırken kaybedenlerin hayatlarına ayna tutuyor. Veli, gökyüzünde özgürce salınan bir uçurtma olmak için ‘kurtuluş günü’nü bekliyor.
‘Veli’, “Galata Köprüsü’nün demir korkuluğuna sırtını vermiş, fırçanın tahtasıyla boyacı sandığını tıklatan” bir Türk gencinin içinde hiç susmadan çalan hüzünlü müziğiyle açılıyor. Çanakkale’de şehit düşen babasına verdiği söz nedeniyle düşmanıyla yaşamaya, onunla aynı havayı solumaya mecbur Veli, “Nuh’un gemisinin güvertesini” seyrediyor. Büyük savaşın ardından türlü ırk, millet ve coğrafyadan insanların toplandığı, Şark ile Garp, kara ile derya, hayal ile gerçek arasında beşik gibi sallanan efsunlu Galata Köprüsü’nde hayatında gördüğü en güzel ve hüzünlü gözlerle karşılaşıyor. Küçük bir tanışma merasiminin ardından kadın, Veli’nin çıplak ayakları için kendi çorabını çıkarıp ona veriyor. İngiliz ve Fransız generallerin zorbalıkla yönettikleri İstanbul’da Veli, ‘sihirli, efsunlu, büyülü ve majik’ aşkla güç buluyor.
Gümüşay, sinema görselliğindeki tasvirleriyle İstanbul’u da romanın karakterine dönüştürüyor. Cadde-i Kebir’den Pera’ya, Taksim Stadyumu’ndan Sarıyer’e işgal altındaki şehrin anatomisini okuyucusuna sunuyor. Anadolu’da tüm hızıyla süren Milli Mücadele’den gelecek güzel haberleri bekleyen İstanbul ahalisinin gündemi ise Kuvayı Milliye, hayat pahalılığı, göçmenlerin ve kendilerinin sefaleti oluyor. Gümüşay’ın şiirsel dili ve akıcı üslubu sayesinde okuyucu edebiyatımızda pek de yer bulmayan işgal altındaki İstanbul’da umut dolu bir yolculuğa çıkıyor. Veli ile arkadaşları Rum Leodis ve Ermeni Levon’un muhteşem Galata manzarasında Kremala yani uçurtma savaşında işgal kuvvetlerinin çocuklarına karşı zaferi herkese umut aşılıyor.
Pek çok tema barındırıyor ‘Veli’. İşgalin paramparça ettiği İstanbul’da yaşam, kurtuluşu umutla bekleyen halk, açlık ve yoksulluk, gayrimüslimlerin siyasi bölünmeleri, imkânsız aşk, dini, dili, ırkı ne olursa olsun arkadaşlığın ve barışın kazanacağına inananlar. Futbolun coşkusu bile yer buluyor kitapta. İşgal kuvvetlerinin gidişinin hemen öncesinde Fenerbahçe, İngilizlerin karma takımıyla maça çıkıyor. Tüm şehir “Ya ya ya şa şa şa Fenerbahçe çok yaşa” tezahüratıyla çınlıyor. Bir şehrin insanlarının umudu ve trajediyi aynı anda yaşadığı zamanlarda Veli, stadyumda kendi varoluşuna koşar adımlarla ilerliyor. Gümüşay, 1920’lerde sahne dışında kalan İstanbul’un kurtuluşu ve özgürlüğü bekleyenlerinin ana sahneye çıkışının destansı hikâyesiyle okuyucusunu mest ediyor. Veli’nin ve işgalin sona ermesiyle ana sahneye dönüşen İstanbul’un umuduna siz de ortak olun.