YELDA BASKIN yeldabaskin@gmail.com
Oluşturulma Tarihi: Şubat 21, 2018 12:03
İran’da ocak sonunda bu sene 36’ncısı gerçekleşen Uluslararası Fadjr Tiyatro Festivali’ne bu sene Türkiye’den Bakırköy Belediye Tiyatrosu, ‘Seni Seviyorum Türkiye’ isimli oyunlarıyla davetliydi. İran’ın sıcak gündemi esnasında festival kapsamında Tahran’da dört kere sahnelenen oyunun yönetmeni Yelda Baskın, İran izlenimlerini ve festivalin kendilerinde yarattığı hisleri kaleme aldı.
“Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlüydü. Neyin içeride, neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı.”/‘Mülksüzler’, Ursula K. Le Guin
Ceren Ercan’ın yazdığı; Alican Yücesoy, Defne Şener Günay, Emre Koç, İrem Sultan Cengiz ve Damla Karaelmas’ın oynadığı ve benim yönettiğim ‘Seni Seviyorum Türkiye’, 21. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde Bakırköy Belediye Tiyatroları’nın (BBT) festival projesi olarak prömiyer yaptı. Prömiyer tarihimizden kısa bir süre sonra, 18-29 Ocak tarihleri arasında Tahran’da düzenlenecek olan 36. Uluslararası Fadjr Tiyatro Festivali’ne davet edildik. Daha önce Avrupa’nın farklı ülkelerinde gerçekleştirilen birçok festivale farklı ekiplerle katılmıştım. Ama bu sefer bize hem çok yakın, hem de çok uzak olan İran’a gidecektik. Behrengi’nin, Ömer Hayyam’ın, Füruğ Ferruhzad’ın, Şems-i Tebrizi’nin ülkesine gitmek; Abbas Kiarostami, Majid Majidi, Bahman Ghobadi’nin filmlerinin dünyasında dolaşmak, tarih kitaplarından bildiğimiz büyük Pers İmparatorluğu’na varmak! Tahran’a, hiç bilmediğimiz o diyara doğru yola çıktığımız gün Ursula K. Le Guin’in fiziki olarak bu dünyadan ayrılması, bir tiyatro turnesi için gerçekleşen bu yolculuğa şu an bile tanımlayamayacağım bir his yükledi.
'Seni Seviyorum Türkiye'den bir sahne.
Biz turne hazırlığımızı yaparken İran sokaklarında bir hareketlilik başlamıştı. Halkın belli bir kesimi ekonomik sıkıntılarını dile getirmek için sokaklardaydı. Biz oraya gittiğimizde ise sokaklar sakinleşmişti.
Tahran, tiyatro festivaline teslim olmuştu. İstanbul Tiyatro Festivali Direktörü Leman Yılmaz’ın da Uluslararası Yarışma jürisinde olduğu festivale katılım hayli yüksekti. Sahnelenen oyun sayısı gayet fazla olan festivale 19 ekip, bizim gibi yabancı ülkelerden davet edilmişti.
Türkiye’den bir tek biz, BBT, ‘Seni Seviyorum Türkiye’ ekibi olarak oradaydık. Brezilya, Fransa, Gürcistan, Belçika, Almanya gibi birçok ülkeden gelen tiyatro toplulukları festival süresince oyunlarını kalabalık salonlara oynadılar. Evet, kalabalık diyorum, çünkü ben daha önce böyle bir ilgi görmedim. Halkın tiyatro festivaline ilgisinden çok etkilendik. Her oyun için oluşan kuyrukları, salonlarda merdivenlere oturan seyircileri görmek, biz tiyatrocular için “İşte şenlik yeri!” dedirten cinstendi. Seyirci profilinin çoğunluğunu gençlerin oluşturduğunu görmek ise coşku vericiydi. Çağdaş ve klasik oyunların yanı sıra, enstalasyonları, performansları, sokak tiyatrosu temsillerini ve hatta Ömer Hayyam’ın eserlerinden yola çıkılarak hazırlanan bir kukla operasını da kapsayan festivalde, programımızdan dolayı sınırlı sayıda oyun izleyebilecektik; bu nedenle hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz İran Tiyatrosu’nun örneklerini izlemeyi tercih ettik. Festival katalogunu incelediğimde ve festivalde görevli olan dramaturg Shabnam Shirzadi ile konuştuğumda festivaldeki İran oyunlarının Kafka, Marquez, Çehov, Dürrenmatt ve Ariane Mnouchkine gibi yazarların eserlerinin bazen batılı kalıplar ve anlayışla; bazense İran gerçekliğine ve koşullarına uyarlanarak sahnelenen işlerden ya da İranlı yazarlara ait, kendi kültürlerine has hikâyelerin sahnelendiği özgün oyunlardan oluştuğunu fark ettim.
Oyunun Tahran gösteriminden bir sahne.
BU GEZEGENDE YALNIZ DEĞİLMİŞİZ! Gelelim bizim oyunumuz ‘Seni Seviyorum Türkiye’nin festivalde Tahran seyircisiyle nasıl ilişki kurduğuna… ‘Seni Seviyorum Türkiye’, festivalde dört temsil gerçekleştirdi. Oyunumuza ilginin büyük olduğunu biliyorduk, zira biz gitmeden günler öncesinden biletlerimiz tükenmişti. Salonda sadece Tahran’dan değil, Tebriz ve Şiraz’dan da gelen seyircilerimiz olduğunu öğrendik. ‘Seni Seviyorum Türkiye’, bugün bu ülkeyi sevme çabası üzerine, hem gerçekçi, hem de ironik bir oyun. İlk gün ilk temsilde yaşanılan üst yazı problemi dışında bir sıkıntımız olmadı. Oyuncular üst üste iki oyun oynamalarına rağmen büyük bir coşkuyla oyunu oynadılar. Seyircilerin oyun esnasında oyuna verdikleri sıcak tepkilerden -ki bilmediğiniz bir dilde üst yazı aracılığıyla metni takip etmek hiç de kolay değil- ve oyun sonrası sohbetlerden oraya gidişimizin paylaşmak ve çoğalmak adına ne kadar kıymetli olduğunu anladık.
“Bu gezegende yalnız değilmişiz” dedi bir seyirci... Başka bir seyirci, “bu bizim de hikâyemiz” dedi. Bir başkası, “Bu oyunu yaptığınız ve oynadığınız için mutlu olmalısınız. İyi ki geldiniz, seslerimiz buluştu” dedi. Sahnelenmesine, metnine, oyuncularına ayrı ayrı beğenilerini dile getirdiler.
İran’da sahneye çıkan tüm kadınlar kural gereği saçlarını örtmek zorunda olduğundan, biz de festivale katılan diğer tüm yabancı ekipler gibi bu kuralları uyguladık. Ama Tahran Büyükelçisi Hakan Tekin’in de salonda seyirci koltuğunda oturduğu, bir temsilimiz sırasında oyuncularımızdan birinin saçları açıldı.
Ve oyuncunun (Defne Şener Günay) gayet profesyonel bir şekilde oyunu bölmemeye çalışarak saçlarını örtmeye çalışması ve sahnede bulduğu her şeyi başının üzerine koymasıyla birlikte kendiliğinden ironik, güçlü bir durum ortaya çıktı. Seyircinin bu durumu oyuncuyla birlikte, ondan bir an bile kopmadan takip etmesi ve sıcacık tepkilerini saklamamaları bizim için unutulmaz anlardan oldu. Gerçekten orada ‘olan’ komik ve ironikti. Daha önce davet edilip, katıldığım yurtdışı festivallerde hep oyuncu olarak görevliydim. Yönetmen olarak davet edilip katıldığım ilk festival oldu Fadjr. Yönetmen, yazarın yazarken hiçten kurduğu dünyayı, tiyatronun diğer organlarını da dahil ederek tekrar kurup kurgular ve oyun kendi başına yaşayan bir organizmaya dönüşür. Artık o organizmada insana dair anlattığın haller ve hisler ne kadar saf, sade ve samimi ise, işte o zaman tiyatro sınır tanımaz. Böylece herhangi bir ülkede bulunan seyirciler tiyatro yoluyla buluşur. Evet, tiyatro buluşturur! Tahran’da olan da buydu. Oyun ile ilgili sayısını hatırlayamadığım kadar çok söyleşi yaptım.
Her söyleşide “İran’dasınız, festivalde oynuyorsunuz, bu konuda neler düşünüyorsunuz?” diye soruldu. BBT olarak, orada oyunumuzun sahnelenmesinden dolayı mutluluğumuzu dile getirdim her seferinde… Şimdi mutluluğumuzun yanı sıra kendi adıma samimi hislerimi de söyleme zamanı…
İRAN’DA KADINLAR HER YERDE! Zıtlıklar ülkesi İran… Yasaklar ülkesi İran… İnsan isterse yasakların yasak ol(a)madığı bir dünya...
İran’a, yani Tahran’a büyük ön yargılarla gittiğimi itiraf etmeliyim. Büyük bir heyecan ve merakın yanı sıra, yıllarca korkulan ve adeta bir kâbus hâlini alan bir gerçekliğe yaklaşıyor olmanın getirdiği bir belirsizlik hissi içerisindeydim. Devletlerin ‘doğru’ saydıklarını, kişilerin hür iradesini yok sayarak dayatması ve bunu yasal zorunluluk hâline getirmesi dünyanın neresinde olursa olsun kabul edilmesi zor bir durum. Uçağımız Tahran’a iniş yapar yapmaz saçları açık olan biz kadınlar İran devletinin yasaları gereği hazırda beklettiğimiz şallarımızı başımıza örttük. Sadece biz yabancılar değil, İstanbul’dan İran’a dönen birçok kadın da aynısını yaptı.
Uçakta bulunan İranlı bir kadının bize “Çok kapamayın, şöyle bir atın şalı saçlarınıza” deyişi yasalara rağmen bize çok şey söylüyordu aslında. Orada olduğumuz sürece onun dediği gibi de yaptık. Kimi zaman bere, kimi zaman montumuzun kapüşonu yeterli oldu. Orada bulunduğumuz bir hafta boyunca herhangi bir haksızlığa ilk ses çıkaranın kadınlar olmasına tanıklık ettik defalarca. Kadınların devletin üst mertebelerinde aktif çalıştıklarını öğrendik; sokakta, tiyatroda, çarşıda kamusal alanda, her yerde olduklarını görüp, kadınların iyi eğitimleriyle güçlü duruşlarından etkilenmemek mümkün değildi.
'Seni Seviyorum Türkiye' ekibi, Tahran'da. VAZGEÇME ŞANSIMIZ YOK
Sokaklarında güvenle, huzurla dolaştığımız Tahran’da gördüğümüz saraylar, çağdaş sanatlar müzesi ve bahçesindeki heykeller, sergiler, çarşılar ve sokaklar, Şah zamanından kalan tiyatro ve opera binalarının korunmuş olması ve hâlâ faaliyette oluşu, duvarlarda asılı resimlerde çıplak meleklerin bize yapıldıkları tarihten gülümseyerek bakışı, kapitalizmin henüz giremediği Tahran sokaklarında küreselleşen dünyaya dair herhangi bir markalar zincirine ait restoran ve kafenin olmayışı; karşımıza çıkan insanların iyiliği, temizliği,
İran İslam Devrimi’nden iki yıl sonra düzenlenmeye başlanan ve 36 yıldır aralıksız olarak gerçekleştirilmeye devam eden Uluslararası Fadjr Tiyatro Festivali bize sessizce çok şey anlatıyordu.
İşte tüm bunlar, bize aynı anda hem uzak hem de yakın olan bu ülkeden yola çıkarak, dönüp kendimize bakmamıza vesile oldu. İran’a bakarken galiba en çok kendime dönüp baktım ve kendi ülkeme...Yaşadığımız dönemin zorlukları ne olursa olsun vazgeçmemek, üretmeye devam etmekten başka şansımız olmadığını gördüm. Ancak bu şekilde değişen dünyanın, sonsuz bir şekilde değişmeye devam ettiğini görebilirim dedim kendime… Çünkü değişim her an…
BBT ekibi olarak Shabnam’la, Mezopart’ı kurarak İran-Türkiye arasında ortak üretimler sağlamayı amaçlayan İlkay’la, bizi evlerinde ağırlayan güzel insanlarla, kaldığımız otelin harika çalışanları ve
festival süresince bize eşlik eden, Tahran Üniversitesi’nde fotoğrafçılık okuyan Tebrizli Amir ile sıkı bağlar kurarak döndük İstanbul’a!
Bu yazı babacığım sayesinde tanıdığım, kitaplarını okuduğum ve beni çok kıymetli çocukluk anılarıma götüren Tebriz’li yazar Samed Behrengi ile son bulacak. Bu hayatta küçük kara balıklarız belki de...“Yaşam sadece bir avuç suyun ardı sıra dolaşarak zaman doldurmak mı gerçekten? Öğrenmek istiyorum. Yoksa başka türlü bir yaşam türü de mi var şu dünyada?”/‘Küçük Kara Balık’, Behrengi.