Güncelleme Tarihi:
David E. Cartwright, ‘Schopenhauer’ adlı biyografisinde, Schopenhauer’un babasının intiharını anlatırken söylemi kurcalanmamış bir ayrıntıya değinir. Baba intihar eder ama anne babanın intiharını bir kaza olarak kayıtlara geçirmek için çaba gösterir ve bu konuda da başarılı olur. Ancak babanın ölümünün bir kaza değil intihar olduğu aile tarafından bilinmektedir. Schopenhauer, hayatı boyunca intihar meselesi üzerine düşünecek, intiharı lanetleyenlere karşı tavrında bir baba özsavunması geliştirecektir. Ancak annenin çabası, -intiharı bir kaza olarak kayıtlara geçirmek- söylemi kurcalanmamış bir muğlaklığı içerir.
Bu girizgâhı Ian Marsh’ın ‘İntihar - Foucault, Tarih ve Hakikat’ kitabı vesilesiyle yaptım. Marsh’ın çalışması intihar fenomeninin üzerindeki birçok muğlaklık örtüsünü alaşağı ediyor. Schopenhauer’un hikâyesi üzerinden devam edersek; Marsh, Aziz Augustinis’tan (MS 4. yüzyıldan) sonra, kendini öldürmenin (en kötü) günah olarak görülmeye başladığını, buna bağlı olarak kilisenin kendini öldürmeyi suç olarak kabul ettiğini, bu günah ve suçtan dolayı, ‘ölen kişinin bedenine gereken saygının gösterilmemesi, naaşının kutsal sayılmayan bir yere gömülmesi ve geride kalan ailenin intihar eden kişinin mirasını alamamasıyla cezalandırılmış’ olduğuna değinir. İntihar algısı, ancak 18. yüzyıldan sonra sekülerleşme sürecine girecek, kilise hukukuna karşı tıp devreye girecek ve intihar psikiyatrik bir sorun olarak görülmeye başlayacaktır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, Marsh’ın ‘İntihar’ kitabı, intiharın tarihi üzerine bir çalışma değil; ‘intihar ve intihara eğilimli kişiyle ilgili düşünce, tutum ve uygulamaların içine nüfuz etmiş kabulleri ve kesinlikleri’ sorgulayan bir kitap. Kendi ifadesiyle söylersek, “Bu kitap, ne intiharla ilgili bir sosyal kuram ne medikal sosyoloji çalışması ne de geleneksel bir intihar tarihçesidir. Bu kitap daha çok, intiharın nasıl olup da bir tür patolojiden kaynaklanan bir olgu olarak görülmeye başlandığını ve böylece nasıl daha çok tıbbın/psikiyatrinin ilgilendiği bir konu olarak değerlendirildiğini anlamaya yönelik bir çalışmadır.” Başka bir deyişle Marsh’ın ‘İntihar’ı, intiharın sekülerleşme sürecindeki söylemini analiz eden bir kitap.
Kitabın ‘Foucault, Tarih ve Hakikat’ altbaşlığındaki tarih ifadesi, intihar fenomeninin kendinden çok, genel olarak tarih içindeki intihar söyleminin irdelenmesi bakımından bir anlam taşır. Hakikat ifadesi ise, intiharla ilgili bir hakikat arayışını değil, intiharla ilgili olarak üretilen hakikat söylemlerini, ‘hakikat rejimi’ni, ‘hakikat oyunları’nı dile getirir. Kuşkusuz her iki ifade de altbaşlığın başında işaret edildiği gibi, Foucault’nun yaklaşımı ve terminolojisiyle ilgilidir.
Marsh’a göre, intihar hakkındaki patolojik hakikat rejimi, insanın kendi eliyle ölümünün diğer anlamlarının, bir protesto veya direniş, kendi kaderini tayin, seçim ya da irade eylemi, ahlaki, suçla ilgili ya da politik bir kaygıya dair bir olay gibi diğer anlamlarının marjinalleşmesini sağlayan bir söylem üretir.
HAFTANIN ÖNERİSİ
1. Buluntu Kitap - Edebiyat ve Gündelik Hayat Üzerine Denemeler, Süreyyya Evren, Yeni İnsan Yayınları: 2000’li yıllarda yeni bir edebiyat algısından, yeni bir yazar tipinden, kendini bir türe sığdıramayan bir yazarlık durumundan söz etmemiz gerekiyor ise bunların başında Süreyyya Evren geliyor. ‘Buluntu Kitap’, eleştirel bağlamın, türler-üstü bir kuruluşu.
2. Ara’f’dalık-lar -İnsanın Halleri ve Eylemleri: Psikomitolojik Çözümleme, M. Bilgin Saydam, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Saydam’ın, ‘Deli Dumrul’un Bilinci’nden sonra bu yeni kitabı, bir psikomitolojik çözümleme. Saydam’a göre, “İnsan aradalık(lar)da yaşar, anlar ve haller arasında hep bir geçiş halindedir.” Ama bu ‘aradalık’, araf durumunda bir aradalıktır.
İNTİHAR - FOUCAULT, TARİH VE HAKİKAT
Ian Marsh
Çeviren: Yonca Aşçı Dalar
İş Bankası Kültür Yayınları, 2017
360 sayfa, 28 TL.