Güncelleme Tarihi:
Son şiir kitabınız ‘Ruhların Gardiyanı’nda antik kentlere, tanrıçalara ve eski kavimlere bolca yer vermişsiniz. Bunun özel bir sebebi var mı?
Şiirlerimi bireysel şiddet ve toplumsal şiddete karşı yazıyorum. Yazarken gariptir ki lirik bir dil ortaya çıkıyor. Eski uygarlıkları hep merak ettim; yaşantılarını, dünyaya bakışlarını, âdetlerini, efsanelerini, masallarını... Çünkü insanlık hâlâ kendine yakışan toplumsal biçimi bulamadı. Efsanelerde insanlar için dersler olduğunu, arketiplerin dillendirildiğini gördükçe kadim uygarlıklardaki yaşamsal deneylerin günümüzdekinden farklılıklar taşıdığına tanıklık ediyorum. Evet onlar da savaşıyorlar ama günümüzdeki gibi değil. Çocukluğumdan bu yana dünyada savaş hiç bitmedi. Bence giderek insanlık ilkelleşti. Bugün hâlâ Afrika’da var olan ilkel kabileler vahşi kapitalistlere göre çok daha uygarlar. Dünyadaki karanlık enerjiyi kullananlar yaşamı cehenneme çevirdiler. İşte tam bu nedenle antik uygarlıklar ilgimi çekiyor. Ataerkil dönemde tanrıçalar unutuldu. Özellikle yapıldı bu. Erkeğin erki, egosu toplumsal ilişkileri ele geçirdi. Tanrıçaları unutursanız, kadına eziyet ederseniz, içinde yaşadığınız topluma ihanet ediyorsunuz demektir. Siyasiler dünyayı cennete çevirecek güce sahipler. Ancak bunu istemiyorlar. Bütün silah fabrikaları kapanmalı, silah üretimi durmalı. Devletler, milletler birbirlerinden korkmamalı. Sınırlar kalkmalı, duvarlar yıkılmalı. O zaman ben de gözlerimi antik uygarlıklardan günümüz uygarlıklarına çeviririm.
Bir şiiriniz ortaya çıkmadan önce hangi süreçlerden geçiyor?
Şiirimin süreçlerini ben belirlemiyorum. Birden geliyor yazıyorum. Bir birikim olmalı ya da dış dünya gözlemlerimle düşlerimin çarpıştığı zaman beliriyor diyebiliriz.
Son yıllarda yayınevleri şiir kitabı yayımlamakta daha çekimser davranıyor. Yıllarını şiire vermiş biri olarak bu kitabı yayımlatmakta zorlandınız mı?
Kültür emperyalistleri, vahşi kapitalistler şiir cevherine karşı oldukları için daha doğrusu korktukları için şiire darbe üstüne darbe indirmek adına her şeyi yaptılar, yapıyorlar. Bana kalırsa şiirle ilgilenen hiç kimse korkmamalı, hatta başkaları da korkmamalı. Ancak korkan korkana... Yayınevlerinde şiir basmaktan bilerek vazgeçip ne yazık ki bir kitap çöplüğü oluşturdular, adını da ‘popüler kitaplar’ koydular. Bu kitaplar, okuyanları hiçbir yere taşımıyor, bir yol göstermiyor. Şiir muazzam büyüklükte bir güç olduğu için, ’bireyselleşmiş bilinç’ taşıdığı için emperyal politikaların yayıncıları şiir karşısında tir tir titriyorlar. Bu, tarih boyunca da hep böyle oldu. Çünkü şiirde söz yöneltme / apostrophe/ var. Uluslararası siyasiler ve tilmizleri apostrophe’yi duymak istemiyorlar.
Etkilendiğiniz şairler kimler?
15 yaşımda Baudelaire’den çok etkilenmiştim. Dünya edebiyatı hocalarımdan biri Yahya Kemal’in dostu Salim Rıza Kırkpınar’dı. Üniversite yıllarında ise İngiliz edebiyatı çok ilgimi çekmişti. Hâlâ da öyle. Özellikle gotik İngiliz şairleri çok ilginç. Ağlak, şikâyet eden şiirleri şiir olarak kabul edemiyorum. Sevdiğim gotikler yüksek frekanstan konuşuyor. Homer destanları, Dante mitolojisi, ‘İlahi Komedya’, İtalyan Hermetikleri sevdiğim şiirsel gelenekler. Her düşünce, her deneyim, her olay eşsiz zaman çizgisi yaratır ve uzayın dokusuna işlenir. Ve geçmiş hatırlayanın zihninde bir illüzyondur. İşte sanırım ben şiirlerimde bu illüzyonu dillendiriyorum. Dillendirirken gelecek görülerimi de ekliyorum. Bizler yoğun âlemlerin, tüm frekansların tüm karışık ayrıntılarını deneyimlemek için bedenli varlıklar olarak dünyadayız. Bu çok büyük bir sınav.
Ruhların Gardiyanı
Gülseli İnal
Zuzu Yayınları, 2018
136 sayfa, 24 TL.