Güncelleme Tarihi:
Olga Ravn, 1986’da Kopenhag’da doğdu ve büyüdü. Sanatçı bir ailenin kızıydı. 2010 yılında Danimarka Yazarlar Okulu Forfatterskolen’den mezun oldu. İlk şiir kitabı ‘Jeg æder mig selv som lyng’ 2012’de, eleştirmenlerce övgüyle karşılanan ilk romanı ‘Celestine’ 2015’te yayımlandı. 2020’de yayımlanan ‘Personel’, 2021 Uluslararası Booker Ödülü kısa listesine girdi. Ravn, Johanne Lykke Holm’la birlikte bir feminist performans grubunu ve yazarlık okulunu yönetiyor.
SONA DOĞRU
‘Personel’ romanı iş verimini artırmak için yapılan bir deneye, çalışanların verdikleri yanıtlar biçiminde kurgulanmış. 18 aylık süreye yayılan deney, personelin bir odaya yerleştirilmiş nesnelere dair neler hissettikleri ile ilgili. Yanıtlar çalışanların kendi cümleleriyle yansıyor rapora. İsim yerine tanık sıra numarasıyla ama ardışık sıra gözetilmeden okuduğumuz yanıtlar tamamıyla öznel yorumlar. Ancak sıra numaralarındaki boşluklar kimi yanıtların rapora konulmadığını düşündürüyor. Böyle düşünmemizin asıl nedeni yanıtların bu işyerindeki henüz açığa çıkmamış bir gerilimi de barındırması.
İşyeri derken devasa bir uzay gemisinden söz ediyorum. Belli ki bir felaket geçirmiş olan dünyadan çok zaman önce ayrılan Altı Bin Uzay Gemisi’ndeyiz. Söz konusu deney, uğranılan Yeni Keşif isimli bir gezegenden alınan nesneler hakkında. Personelden kastımız ise insanlardan ve insansı nitelemesini hak eden çok gelişmiş makinelerden oluşan gemi mürettebatı. Kısacası gemidekilerin bir kısmı doğmuş, bir kısmı yaratılmış, yani bir kısmı ölecek, bir kısmı imha edilene kadar varlığını sürdürecek. Buna karşılık fiziksel görünümleri birbirlerinden çok farklı değil -ne yazık ki kimlik bunalımları da öyle.
İnsanlar, bu uzay yolculuğundan yorulmuş ve tükenmiş bir halde, varlıklarının geçici olduğunu bilmenin hüznü ve geçmişin özlemiyle yaşıyorlar: “Biz, Dünya’dan gelenler, birbirimizle zar zor konuşabiliyoruz. Geldiğimiz ve terk ettiğimiz yere dair anıların yükü altında ezilmiş durumdayız. Burada, uzay gemisindeki diğer insanları görmek, onlarla konuşmak beni sadece üzüyor. Hepsinin yüzünde aynı pes etmiş ifade var. Bu yüzden zamanımı hâlâ önlerinde yaşanmaya değer bir hayat olduğuna inanan insansılarla geçirmeyi tercih ediyorum...”
Öte yandan kendi kendini geliştiren programlarla donatılmış ‘insansılar’, belirgin bir kimlik bulanıklığı içinde:
“Ne söylemek isterseniz söyleyebilirsiniz, biliyorum istemediğiniz bir şey var, bizim çok fazla... çok fazla ne mi? Çok fazla insani olmamızı istemiyorsunuz. Çok fazla canlı olmamızı. Ama ben hayatta olmayı seviyorum. Panoramik pencerelerin arkasındaki derinliğe bakıyorum. Bir Güneş görüyorum. Güneş’in yandığı gibi ben de yanıyorum, gerçek olduğumdan eminim. Beni insanlar yaratmış olabilir, ama ben şimdi kendi kendimi yaratmak üzereyim.”
Olga Ravn’ın anlatısı, başlangıçtan itibaren belirsizlikle kurgulanmış. Deneye verilen yanıtlardan kimin insan, kimin insansı olduğunu ayırt etmek her zaman mümkün olmuyor. Üstelik insansılar arasında da farklılıklar var; kimi insansı yaratılma nedeni olan işlerde çalışmak ötesinde anlamlı bir faaliyet hayal edemezken kimisi varoluşuna bir anlam katma derdinde. Ama her durumda gerek insanlar gerek insansılar için bu deney -ve nesnelerin tetikledikleri duygular- sonrasında bir dönüm noktasına gelinmiştir. Deneyi yapan komite için ise radikal bir karar alma zamanıdır...
SANAT ENSTALASYONUNDAN ESİNLENDİ
Olga Ravn’ın bu distopik bilimkurgusunun Lea Guldditte Hestelund’un 2018 yılında Kopenhag Çağdaş Sanat Kurumu bünyesinde açtığı ‘Tüketilen Gelecekten Gelen Görüntüler’ isimli sanat enstalasyonundan esinlendiğini biliyoruz; bilimkurgu temalı bu çalışmaya internet üzerinden ulaşabilirsiniz. “Farklı varlık ve beden türleri arasındaki ilişkiyi” araştıran Hestelund’un sergisindeki nesneler Olga Ravn’ın romanındaki deneyin de nesneleri.
Hestelund’un sergilediği nesneler ile Olga Ravn’ın romanda kullandığı nesneler ya da daha geniş ifadesiyle gelecek tasarımları -her ikisi de kültürel hayal gücü için mükemmel oyun alanları. Sanatçı ya da yazarın hayatını anlamlı hale getiren yaratımlar. Olga Ravn böyle bir fikriyatı sanatın olmadığı bir uzay gemisi kurgusuyla savunuyor. Şöyle demiş bir söyleşisinde: “Romanda elbette sanat değil, sadece iş var, (...) bu yüzden elbette herhangi bir rüya yok, sanat eseri yok, âşık olmak yok ve dokunma da öyle...”
Pek çok bilimkurgu yazarı gibi Olga Ravn da bugünün meselelerini geleceğe yansıtarak farkındalık yaratmak istemiş. ‘Personel’in en çarpıcı yanının bugünün çalışma koşullarını analiz etmesi ve iş yaşamının bireyi giderek makineleştirmesi gerçeğini sergilemesi olduğunu söylemek mümkün. Bu sadece rahatsız edici bir distopya değil; aynı zamanda egemen dilin ve geç kapitalist dönem işyerinin cüretkâr bir hicvi, insan olmanın ne anlama geldiğine dair etkileyici bir soruşturma.
ASLINDA TANIDIK BİR DÜNYA
‘Personel’in geleceğin karanlık vizyonu olduğunu söylerken sadece olası bir geleceğin değil, çağdaş işyerinin de vizyonu olduğunu ısrarla vurgulamak gerekir. Devasa uzay gemisiyle, insanlar ve insansılardan oluşan işçileriyle -kuşkusuz- günümüze çok uzak bir gelecekte geçiyor ama dikkatli bir göz için pek çok yönden fazlasıyla tanıdık bir dünya. Ravn’ın insanları, ilişkileri, yaşadıkları koşullar bugünkü çalışma hayatından damıtılmış ve yoğunlaştırılmış karakteristik öğelerin geleceğe aktarılmış biçimleri. Çalışanların tecrit edilmişliği, insani duygulardan arındırılmışlıkları, kimliksizlikleri, insanlarla insansılar arasındaki ontolojik farklılıklar uzak gelebilir ama özellikle azgelişmiş ülkelerdeki vahşi kapitalizm koşullarındaki iş hayatıyla kıyaslanabilecek kadar yakın.
Girişte belirtmiştim, orijinal baskısının altbaşlığı romanın ana temasını ve karakterlerin sınıfsal aidiyetini açıkça ortaya koyuyor; ‘22. yüzyılın işyeri romanı’. Ne yazık basit bir çalışma hayatı ve işyeri düzeni değil söz konusu olan. Altı Bin Uzay Gemisi işçilerin sadece yaşam alanları değil tüm dünyaları -bir tür işçi arılar kovanı...
İşçilerden bir kısmının insansı robotlar olması bilimkurguya has bir motif ve elbette şaşırtıcı değil. Türe yakınlık duyanlar gerek gelecekteki iş yaşamının ürkütücülüğüne gerekse de insansı robotların dramlarına dair bir dolu önemli, hatta başyapıt düzeyinde roman ya da film hakkında bilgi sahibidir. Olga Ravn söz konusu temaları ustalıklı bir kurguyla, güzel bir dille, etkileyici imgelerle, bilinmezlik perdesiyle sarmalanmış merak uyandırıcı bir hikâyeyle anlatmış. Özellikle üstü örtük anlatısını başarılı buldum. İşçilerin yanıtlarındaki boşlukları doldurmak, tarif ettikleri nesneleri zihninde canlandırmak ve Altı Bin Uzay Gemisi’nin seferinin hikâyesini tamamlamak okuyucuya bırakılmış. Belki yaratılmış dünyaların detaylarını ve geleceğin teknolojik harikalarını görmek isteyen bilimkurgu hayranlarının seveceği bir tarz değil ama bugünü ve geleceği tartışmaktan hoşlanan distopyaseverler için çok yaratıcı bir yaklaşım. Olga Ravn çok umut veren bir yazar.