Güncelleme Tarihi:
‘Bozkırda Altmışaltı’nın altında kalmayan ama onun süreğinde bir kitap diye okuyabiliriz ‘Ah Mercimeğim’i. Mustafa Çiftçi yine o net, akışkan, duru, işlek, yaratıcı ve ikna edici diliyle ‘taşra’dan öyküler sunuyor bize. Bir mekân olarak taşra değil onunkisi, bir insan ikliminin tam olarak kendisi. Bu iklimin hikâyeler boyunca kendi içinde kahramanlarını koruduğunu da söyleyebiliriz. Hikâyelerin ana özü iyilik, adanmışlık, saflık ve insani olanın ana çizgisine bağlı kaldığı için de böyle bu. Şüphesiz yazarın duyuşuna da bağlı bir yazış yönteminden söz ediyoruz. Önemli olan burada dilsel olduğu kadar bağlantısal tutarlılıkların devam etmesidir. Yazar bu konuda hem dipdiri dikkat sahibidir hem de sözü hiç uzatmayan anlatma kararlılığıyla bizi hep anlatıda tutar. Metni sadece metne bağlı kalarak düşünür, sever, yorumlarız bu yüzden. İç çeperin kaviliği dışarıdan gelecek müdahaleleri zorlaştırır.
Toplam altı öyküden oluşuyor ‘Ah Mercimeğim’. Anı, hafıza, geçmişe nazar, öykülerin dilini de belirliyor. Kip, geriye doğru işliyor. Anlatıcı öznenin “O zamanlar on beş yaşındaydım” diye söze girmesi, şimdide bir değişim içinde bulunmakla birlikte, dönüp baktığı anı hâlâ sahiplendiği, hatta onu yücelttiğini hissettirir bize. Özne belki şu anda başka bir zamana dahildir ancak bütün geçmişte kalanlar bir yaşama tutkusu olarak bugün de sürmektedir. Bu dili, bu berraklığı tam olarak nereden bulmuştur Mustafa Çiftçi? Burası önemli değil, benim için asıl bu kitaptan sonra ne yönde derinleşeceğidir bu duyarlılık ve dilin. Anadolu, taşra bazen kör çıksa da elbette kazdıkça bitmeyecek bir kuyu.
Eksilmeyen bir espri yeteneği var aynı zamanda öykücünün. Saf duyuşla hayatın çırılçıplak çelişik saçmalığı ‘Baba Neredesin’ hikâyesinde fasılasız göz kırpar bize. ‘Annesiyle babasının nikâhını kıydıran’ bu inatçı ve feleğin her sillesi karşısında bir kez daha ayağa kalkan ‘çocuk-yetişkin’ler, hikâyelere masalsı bir hava da getirirler. Aynı zamanda çaresizliğin ürettiği kurnazlıklar, negatif alana kaydırılmaksızın dile dökülür. Kahramanlarını bilerek sever sanki yazar. Koruyup kollar onları. Oyuncakları gibi korur. Oyun bitince toplar.
‘Bahar Eyyamı Bülbül Sesinde’, ‘Köfte Ekmek’ ve ‘Uykucu Duman ve Ben’ öykülerinde daha sosyal, toplumsal değişimlere yönelmiş eleştirel bir gözlem dili var. Bu bir değişim göstergesi mi şimdiden kestirmek zor. Ancak, özellikle ‘Uykucu Duman ve Ben’ öyküsü, Mustafa Çiftçi’den bekleyebileceğimiz insanın ve taşranın kara yanını çizmesi açısından önemli. Öyküler boyunca, ritm, yazma şevki ve okuma neşesi bizi hiç bırakmıyor. Bu yazarın başarısı. Ne var ki, insan ve toplum çok açılı ve çok katmanlı derin bir yapıdır ve bu yapıyı anlamak, anlamlandırmak için ‘kötü’de sürüp geleni de yakalamak gerekir, iyiyi terk etmeden. Kara taşradır o. Kapkara.