Güncelleme Tarihi:
1984 senesinde tam 20 yaşındaydım, filolojide öğrenciydim ve önümdeki dört-beş seneye dair büyük hayallerim vardı. Ondan sonraki beş-on seneye dair daha da büyük hayallerim vardı. Kendim için kurduğum hayallerden söz ediyorum elbette. Eski tatlı kelimeyle söylersek, istikbalimden. Hayalim edebiyat âlimi olmaktı, edebiyat kuramları üzerine çalışmak, Joyce uzmanı olmak, o yıllarda yeni moda olan yapısalcılığa ‘peh” deyip onun üzerine çıkacak yeni bir okuma ve düşünme yöntemi bulmak, belki bir yönteme adımı vermekti. Belki o yıllarda henüz Türkiye’de tanınmayan Derrida Türkiye’de de Derrida olmadan, Roland Barthes’dan boşalmak üzere olan yeri doldurmadan önce çok kıvrak bir hamle yapıp onun kaplayacağı yeri önceden kaplamaktı.
Olmadı, haliyle...
Nedense olmuyor. Baştan bakınca olmaması için bir sebep yok ama olmuyor. Tutku var, yetenek var, konjonktür de müsait ama olmuyor. Yetişkinlik hayatımıza adım atarken kurduğumuz hayallerimizin çoğunun olmadığı gibi. 40 yaşına gelip de bugünümüze baktığımızda 20 yıl önceki ruhumuzu hatırlamamayı tercih ettiğimiz gibi.
Geride bıraktığımız hayat, neticede, kaçımız için özeti tek bir kelimeden, ‘keşke’ kelimesinden ibaret bir duygu değil?
DÜNYANIN EN BÜYÜK ROMANI
İşin komik tarafı ne, biliyor musunuz? O yıl, Orwell’i mahcup eden o 1984 yılında okuduğum bir roman bana hayallerimin gerçekleşmeyebileceğini, önümdeki hayatın, ilerleyen yaşlarımın muhtemelen benim o sırada düşündüğümden farklı olacağını daha baştan söylemişti. Sene konusunda hata yapmıyorum, çünkü kitaplarımın üstüne tarih atma merakım var (hayatta kendimi hayal kırıklığına uğratmadan yaptığım az sayıdaki düzenli şeyden biri, ama şimdi bana sadece yaşlandığımı hatırlıyor, o da ayrı konu). O romanın adı ‘Middlemarch’. Bu yazıya konu etmeye çalıştığım ama tatmin edici bir şekilde tanıtamayacağımı bildiğim roman. Haddim olmayarak, 30 küsur seneden ve tam altı kez baştan sona okumadan sonra hâlâ dünyanın en büyük romanı olduğunu düşündüğüm roman. Çekingenliğim o yüzden.
Efsanevi son cümlesi şöyle olan bir romandan bahsediyorum:
“Çünkü dünyada iyiliklerin artması biraz da tarihin yazmadığı küçük eylemlere dayanır; ayrıca, eğer hayat şu anda sizler ve benim için daha kötü olabilecekken o kadar da kötü değilse, bunu yarı yarıya, ideallerine bağlı kalarak bir köşede gösterişsiz hayatlar yaşamış, şimdi de kimsenin ziyaret etmediği mezarlarda yatan insanlara borçluyuz.”
DÜNYANIN EN SIKICI ROMANI
Bu aynı ‘Middlemarch’, hemen söyleyeyim, dünyanın sıkıcı romanlarından biridir. Tabii eğer saf gündelik yaşam sıradanlığı içinde emeklemeyi, yürümeyi öğrenmeye çalışan hayatlar ilginizi çekmiyorsa. Her birimizin, zamanımızda, onlardan biri olduğumuzu hatırlamak istemiyorsanız... Bugün iş hayatımızı, sosyal hayatımızı istila etmiş tahakkümcü insanların nasıl kişiler olduklarını derinlemesine görmemeyi tercih ediyorsanız...
Bunu roman konusunda fanatik olmadığıma, kusurlarını, hele bugünün okuru için katlanılması zor bazı anlarını görmezden gelmediğime emin olmanız için söylüyorum. Bu aynı nokta, yani gündelik hayatın sıradanlığı içinde, kendin de, kendini kendi gözünde ne kadar büyütürsen büyüt, kendi hayatını kurma ve idame ettirme çabası içinde nelerle karşılaşacağını sana anlatacak olan noktadır. Bana anlattı. Hem de ben daha 20 yaşımdayken. Ve o ilk okuyuşumda o kadar sarsıldım ki, romanın adını, iyi hatırlıyorum, umutsuzluğun elkitabı koydum. Hayatımda ilk kez bir romandan, hayat veya yukarıda kullandığım kelimeyi kullanırsam, istikbal konusunda acı dersler aldım. İnandırıldım, ikna edildim. Ve korktum. Hayattan korktum. Oradakilerden biri olmaktan hep korktum. Sonunda yine roman haklı çıktı.
‘Middlemarch’ böyle bir romandır. Okurun okuduğu bir roman olduğu kadar okuru okuyan bir romandır.
İSTİSNAİ BİR DÜŞÜNME VE ZEVK DAVETİ
Belki başta sandığım kadar yetenekli değildim. Belki, romanın ana karakteri -karakter diyorum çünkü ‘Middlemarch’ kahraman yaratmaya ihtiyaç duymayacak kadar cesur bir roman- Dorothea gibi, sandığım kadar yüksek tutkulu değildim, belki kız kardeşinin ona daha romanın başında söylediği üzere ‘tutarlı’ değildim ve aklımın bir yanı dünyevi zevklerdeydi. Bilmiyorum. Artık üzerinde düşünmek için çok zamanım var ve eminim kimsenin babasının katil, kardeşinin kumarbaz, ağabeyinin asker, kocasının saf, kendisinin hapishane kaçkını olmadığı, kimsenin kimseyi öldürmediği, hiçbir önemli, gürültülü olayın cereyan etmediği, hayatların sadece gündelik endişeler, çıkar hesapları, gurur mücadeleleri, istikbal kaygıları, aşk özlemleri ve hepsine dair dersler içinde geçtiği, istisnasız herkesin kusurlu olduğu ve yazarın temel, ödünsüz derdinin okuru soluksuz bırakmak değil insan ruhunun derinliğine nüfuz etmek olduğu bir romanı okuyacak kadar sabırlı okurlar kendilerini istisnai bir düşünme ve zevk daveti karşısında bulacaklar. Bu dünyanın özeti, 900 küsur sayfalık uzunluğuna rağmen, şu kadar basit:
“İnsanların kaderlerinin gizliden gizliye nasıl birbirleriyle iç içe geçtiklerini yakından izleyen herkes, bir hayatın yavaş yavaş bir ötekini etkilemeye hazırlandığını görecektir.” (s.128)
KENDİNDEN ÖNCEKİ HİÇBİR ROMANA BENZEMEZ
Hayatın en temel ilişkisi insanın kendisiyle kurduğu ilişkidir.
Hepimiz hayata böyle başladık.
Yaş geçer ve hayatın en temel ilişkisi insanın başka insanlarla kuramadığı ilişki olur.
Varacağımız nokta, eğer küsmeden kalabildiysek, anlayıştır, hayatın zenginliğini tevazu içinde kucaklamaktır, insanlığa ve emeğe ve kalbin dayanma gücüne inanmaktır. Hayallerindeki kendin değil, olabileceğin kendin olmaktır.
Bu duygulardan çok yazar ilham aldı. Proust’tan Faulkner’a, DH Lawrence’e, Fitzgerald’a, Forster’a, Woolf’a kadar... Onların bu duyguları bu romanda keşfettiklerine eminim. Çünkü ‘Middlemarch’ kendisinden önceki hiçbir romana benzemeyen bir roman. Ondan sonra da bir yerinden ona değmeden geçemeyen bir sürü modern roman oldu. ‘Middlemarch’, Virginia Woolf’un tarifiyle, “Yetişkinler için yazılmış birkaç romandan biridir”.
George Eliot’ın 1872’de yazdığı ‘Middlemarch’, klasikler kütüphanemizdeki en büyük boşluktu. Şimdi o boşluk harikulade bir sürprizle doldu. Ünal Aytür’ün uzun yıllara yayıldığından hiç şüphe etmediğim insanüstü çabasına ne kadar teşekkür etsek az. Ömre bedel ve ölümsüz bir romanın peşinde ömre bedel ve ölümsüz bir çalışma.