Güncelleme Tarihi:
Kitabın adı özeti aslında... Özlem Alkan K., adı kadar ilginç kitabında, gerçekten de ‘Ağır Bir Şeyin Fazla Gürültü Çıkarmadan Devrilişi’ni anlatıyor.
Fransızca öğrenmeye çalışan, oje blog’u olan, hiç tanımadığı bir genç çocuktan e-posta alan, sonra ortadan kaybolan bu genç çocuğun babasıyla konuşmaya başlayan, yine hiç tanımadığı Duygu’nun evinin anahtarını kabul eden, hatta o eve Duygu olmadan girebilen, Kanyon ve Etiler civarlarında gezinen, Macro’dan alışveriş yapan şehirli kadınımız Mine, avukat kocası Hikmet ile Doha’ya taşınmak üzeredir.
Evde her şeyi toparlamaya başlar. Eski kutular açıldıkça, içinden adı nedense hep M. ile başlayan sevgililerin fotoğrafları çıkar, hepsinin rasgele olduğunu düşünür, yırtar atar...
Hikmet, Mine’den önce hem bir işini halletmek hem de ortalığa bakmak için Doha’ya gider.
Gidiş o gidiş... Gittikten sonra telefonuna ulaşmak bile mümkün değildir. Sonra sonra birkaç e-posta geliyor, çok yoğun, çok sıcak, çok karışık olduğunu anlatan.
Ne zaman geleceğine dair tek bilgi: İşi bitince...
Mine çıldırmak üzeredir. Onun için dünyanın en baştan çıkarıcı davranışı kontrolü bırakmaktı. Kocası ortadan yok olmuş, oğlunu kaybetmiş bir adamla konuşurken düşünceleri baştan çıkarıcı davranışlarla sonuçlanmıştı.
Günler geçiyor, Mine Hikmet ile tüm sevişmelerini en ince detayına kadar hatırlıyor, her şeyi gözünün önünden geçiriyordu. Günler, haftalara evrilince artık kötü anıları hatırlamaya çalışıyor, sabah çamaşırları makineye atarken, Hikmet’in her gün yeniden çileden çıkaran hareketlerini aklına getiriyordu. Ne zaman beyazları yıkamak için toplasa, çamaşır sepetini boşaltıp makineyi çalıştırsa, banyoya duş almaya girdiğinde küvetin köşesinde, kaloriferin üzerinde ya da havlu askısında bir külotunu daha bulup koşarak çamaşır odasına geri dönüşü, aceleyle makineyi durdurmasını örneğin...
Ya da mikrodalganın kapağını daima açık bırakmasını...
Ama kısa süre sonra durduğu yere oturup, “Hikmetim geri dönsün, ağaç dallarından don toplasam bile sesimi çıkarmayacağım” derken buluyoruz onu.
Peki Hikmet dönecek mi?
Dönene kadar Mine hangi sularda yüzecek?
İnsan hayatının en belirsiz günlerinde ‘beklerken’ yalnız olabilir mi yoksa omuzlar arasında savrulur mu?
“Daha fazla mutsuz olmak istemiyorum” isyanı ağızdan çıktıktan sonra neler olur?
Tam ‘Galiba nefes alıyorum’ dediğiniz noktada nefes almanıza yarayan kişi, bir kavanoz çikolatalı krema, heyecanlı bir paraşüt atlayışı gibi tadına varılıp, bitip, bünyeden çıkıp gidebilir mi?
Bu kitabı okuyun, hayata meydan okuyan Duygu’yla, Mine’ye çocukluğunu hatırlatan Eren ve babasıyla, kahramanımızın kadın arkadaşlarıyla, insanın ‘Kendinizden daha çok kimseyi sevebilir misiniz?’ gibi kendine sorması gereken birçok soruyla tanışın.
Kitaptan bir cümleyle noktayı koyalım: Allah kimseyi sevdiğini beklemekle terbiye etmesin!