Güncelleme Tarihi:
Van kırsalında bir kamyonun gizli bölmesinde yakalanan Afgan uyruklu kadın, çocuk onlarca şaşkın insanın gözlerine bakıp soruyorum; “İnsan ne zaman evindedir?” Akdeniz kıyılarından Avrupa’ya ilkel deniz taşıtlarıyla uzanmaya çalışan insanları televizyon ekranlarında seyrederken tekrar ediyorum o soruyu; “İnsan ne zaman evindedir?”
Sorular bitmiyor ve peşi sıra geliyor, Rusya’da oynanan Dünya Kupası maçlarında kan ter içinde koşan oyuncularla onları aşkla coşturan seyircilerin yüzlerine yoğunlaştığımda da soruyorum o soruyu. Çağımız tarihte olmadığı kadar bir yerinden edilmişlik ve ‘Benim evim neresidir?’ sorusuyla örülmüş haldedir. Yerinden edilmek ve kendisine bir yer aramak bir arketip olarak derinliğini kaybedip karmaşıklaşmıştır ama bünyesinde taşıdığı kadimlikten kopmamıştır. Fay hatları diridir.
Fransız felsefeci ve dilbilimci Barbara Cassin, ‘İnsan ne zaman evindedir?’ sorusunu, nostalji kavramı üzerinden işletiyor ve ‘Odysseus’, ‘Aeneas’ ve Hannah Arendit aracılığıyla edebi, tarihsel, felsefi ve dilbilimsel bir okumaya girişiyor. Bugün aktüel pek çok olayda bazen bir maske, bazen de işlevsel bir kalıp gibi karşımıza çıkan bu sorunun temelinde ‘vatan’ kavramı ve onun dile bağlı değişkenliği yatmaktadır. İnsan bir vatandan bir vatana dille göçer. Vatan aslında, ‘dil gibi sahip olunan bir şey değildir’. Cassin’e göre, “Vatanı belirleyen atalarının toprağı değil, anadilidir.” Öyleyse daha iyi anlayabiliriz Afganlıların, Afrikalı ve Suriyelilerin Avrupa’ya sığınmak isterlerken geride ne bıraktıklarını. Kimliğin belirlenmesinde kıstas vatan değil anadildir sonuçta. “Ve bir kişi başka bir vatana yerleştiğinde natüralize olur.”
Ne var ki yerleşme bir şirketten tur paketi satın almaya benzemez. Gerisinde mitolojiye kadar uzanan bir ‘hikâye’ vardır. Zaten ‘Odysseus’, ‘Aeneas’ bu öyküyle birbirlerinden ayrılırlar. Bu ayrılış Batı kültürünün kök/köken meseleleridir. Antik Yunan ile Roma arasındaki ayrışmadır. Köpürdüğü yerde politika vardır. Nostaljiyi bir geri dönüş acısı olarak tanımlayarak yazar, insanın özü ve hafızasıyla ilişkilendirir meseleyi. Vatan, sürgün ve anadil arasında kopmaz bağlar vardır.
Nostalji, Milan Kundera’nın dediği gibi Avrupalıyı, Avrupa’ya nostalji duyan kişi yapar. Homeros’un yazdığı ‘Odysseus’ ile Vergilius’un yazdığı ‘Aeneas’, bu nostaljiyi boyutlandırır. ‘Gezinti ve dönüş’ ile dolu ‘Odysseus’ karşısında ‘Aeneas’, ‘kaçarken vatanını sırtında taşır’. Tıpkı Afganlılar, Suriyeliler gibi... Onlar da kendilerine yaşama şansı tanıyacak Roma arayışındadırlar. Cassin, ustalıkla sözü kadınlara da getirir elbette, ‘ikinci bir Troya’nın gerekli olup olmadığına getirdiği gibi.
Barbara Cassin’in satırlarını çizerken tekrar tekrar soruyorum; ‘insan ne zaman evindedir?’ İnsan artık gerçekten evinde midir? Ev ebedi bir yitik midir? İster Troya, ister Roma bir yerden politik olarak uç versin, Amerika’nın Meksika sınırında ve Kudüs’te uzanan utanç duvarları aynı sorunun devamı değil de nedir?
NOSTALJİ