Güncelleme Tarihi:
Agustina Bazterrica, 1974’te Buenos Aires’te doğdu. Buenos Aires Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden mezun oldu. 2013’te ‘Matar a la Niña’ adlı romanı ve 2016’da öykü kitabı ‘Antes del Encuentro Feroz’ yayımlandı. ‘Leziz Kadavralar’la 2017’de Arjantin’in en önemli ödülü olan Clarín Roman Ödülü’nü kazandı.
HAYVANSIZ BİR DÜNYA
Distopyasının dayandığı fikriyatı romanın daha ilk paragrafında ortaya koyuyor Bazterrica:
“Yarım karkas. Sersemletme. Kesim hattı. Basınçlı su. Bu sözcükler beliriyor zihninde ve hırpalıyorlar onu. (...) Ter içinde uyanıyor, çünkü ertesi gün yine insan kesmekle yükümlü olduğunu biliyor. Islak tişörtünü çıkarırken bu inatçı düşünceyi, onların aslında yenilebilir hayvanlar olarak yetiştirilen insanlar olduğu düşüncesini aklından atmaya çalışıyor.”
Anlatıcı Marcos Tejo, eskiden babasına ait olan et işleme tesisinde öğrenmiş hayvan kesmeyi. Sonra veterinerlik okumaya karar vermiş ama ansızın ortaya çıkıp büyük bir hızla yayılan hayvansal virüs salgını nedeniyle okulu tamamlamaya fırsat bulamadan geri dönmüş. Zira babası yaşlılık bunaması teşhisiyle hastaneye kapatılmış. Marcos, babasının da diğerleri gibi ‘Geçiş’e dayanamadığını düşünüyor. Çevrelerindeki pek çok insan akut depresyona teslim olup kendilerini ölüme terk etmiş, kimileri gerçeklikle bağlarını koparmış, kimileriyse intihar etmiş...
Peki ne olmuş ‘Geçiş’ döneminde? Hayvanlar insanlar için ölümcül bir virüs taşıdığından dolayı hayvan yemek imkânsız hale gelmiş. Tek bir tırmık darbesinin ölüm anlamına geldiği yıllarda kediler ve köpekler bile imha edilmiş. Marcos, şimdi bile karşılarına çıkan her türlü hayvanı öldürmek ve yakmak üzere sarı dalgıç kıyafetleriyle geceleri gruplar halinde mahalle mahalle gezen insanları hatırlıyor.
Neyse ki felaketin koşullarına ayak uydurulması zor olmamış, hatta çözüm bile bulunmuş. Basit bir çözüm; ötekilerin eti:
“Kimi ülkelerde göçmenler kitleler halinde kaybolmaya başlamıştı. Göçmenler, marjinaller, fakirler. Peşlerine düşülmüş ve sonunda da kurban edilmişlerdi. (...) Çok geçmeden ete olan devasa talebi karşılayabilmek için besi hayvanları misali yetiştirilmeye başladılar.”
Marcos, babasının bakım giderlerini karşılamak için kendi et tesisini satmış ama orada çalışmayı sürdürüyor. Şimdi patronun sağ kolu olduğundan yeni personeli denetlemek ve işe hazırlamakla yükümlü. Ama nasıl öldüreceğini öğretmek, öldürmekten beter bir iş. İşine ve dünyaya yabancılaşmış, zihni salgın öncesi zamanın mutluluk anlarına kilitli ama kesif bir mutsuzluk ve yalnızlık içerisinde geçip gidiyor günleri. Bu kısırdöngü, yemesi/satması/adak yapması için genç bir dişi ürün hediye edildiğinde kırılacaktır...
BİZ ZATEN YİYORUZ BİRBİRİMİZİ
“Genç bir dişi ürün” dedim, bu elbette ‘genç bir kız’ anlamına geliyor. Hakikati kelimelerle gizliyorlar. “Kimse insan diyemez söz konusu canlılara çünkü bu onlara kimlik vermek olurdu, ürün diyorlar dolayısıyla veya et ya da besin.”
Agustina Bazterrica, kuşkusuz bir başka canlının etinin yenmesinden, bunun doğallaştırılmasından yola çıkarak kurgulamış distopyasını. Yazarın da kahramanın da asıl saplantısı et de değil dilde; dünyayı sözcüklerle nasıl yapılandırdığımız, sözcüklerle ifade ettiği hakikat arasındaki bağlantıyı nasıl kırdığımız, bir canlıyı öldürmeyi nasıl olup da meşrulaştırdığımız... Bu durumu açığa çıkarmak için çarpıcı sahneler kuruyor Bazterrica. Mesela bir arkadaşlarının bebeğinin dünyaya gelmesini kutlamak için düzenlenen bir barbekü partisi:
“Kızarmış et kokuyor. İşçilerin dinlenme alanına gidiyorlar. Mangalda kaburga pişiriyorlar. Gringo Egmont’a ‘etin ağızda dağılması için’ kaburgayı sabah saat sekizde hazırlamaya başladıklarını anlatıyor, ayrıca birazdan bir yavruyu yiyeceklerini söylüyor.”
Pek çoğumuz benzer bir kutlamaya katılmış, ‘süt kuzu’ etin lezzetini onaylamış olduğumuz için sahne yadırgatıcı gelmiyor. Ama şimdi bu paragraftaki ‘yavru’ kelimesinin insan yavrusunu kastettiğini düşündüğünüzde sahne bir anda değişiyor. Artık bu leziz etin hazmı kolay değil.
Bu sahte dili reklamlarla, yasalarla yaratmışlar. Hükümet, bu ürünü farklı bir biçimde sunmaya karar vermiş. İnsan eti ‘özel et’ olarak adlandırılmış.
‘Leziz Kadavralar’, et yemek ya da hayatı dilsel yalanlarla gizlemek kadar bu durumun müsebbibi olan kapitalizmi de eleştiriyor. Yamyamlık, kapitalist, tüketimci toplumda birbirimizi yememizin açık bir metaforu; “İster sembolik olarak ister kelimenin tam anlamıyla birbirimizi yiyip bitiriyoruz...”
Başkalarını nesnelleştirmek ve duyarsızlaştırmak, onları insan kategorisinden (eşitliğimizden) çıkarmamıza ve onları şiddet uygulayabileceğimiz, öldürebileceğimiz, ayrımcılığa uğratabileceğimiz, incitebileceğimiz bir ‘diğer’ kategorisine yerleştirmemize izin verir. İşte bu andan sonra insan ticareti, savaş, güvencesiz çalışma, modern kölelik, yoksulluk, cinsiyetçi şiddet meşrulaşacaktır. Toplumun kayıtsız kalması bile yeterli. Tıpkı bugün savaşı, sınır boylarında şiddet gören mültecileri, toplu katliamları kayıtsızca izlememiz gibi. Hanna Arend, “Kötülüğün banalliği” demişti bu duruma. Almanya ve diğer Avrupa ülkelerindeki Yahudilerin imhası Nazi yöneticilerindeki saf kötülüğü kadar toplumun kayıtsızlığıyla da ilgiliydi. Agustina Bazterrica, işte bu kayıtsızlık halini çırılçıplak teşhir etmek amacıyla insan eti yemenin doğallaştırıldığı bir dünya yaratmış. Özellikle kesimhanedeki işlemleri, yani bir canlının adım adım öldürülüp pazara sunulacak parçalara ayrılmasını tasvir eden sahneleri okumak gerçekten de kolay değil.
Hikâyenin Marcos’un hayatına odaklandığı sahneler, hüzünle anımsadığı geçmişi, cinselliği, hayvan seslerinin duyulmadığı doğa manzaraları, hepsi de romanın distopik yapısına katkıda bulunuyor. Ne var ki romanın sürprizli finaline giden yol yeterince işlenmemiş. Sürprizi bozmamak adına üstü kapalı geçmek istiyorum ama kesimlik dişinin gelişi, Marcos’un evi terk etmiş karısıyla ilişkileri, bir çocuk sahibi olmak özlemi türünden motifler biraz daha detaylandırılsaydı eğer distopyanın etkisi çok daha güçlü olabilirdi. Buna rağmen çok sıradışı ve önemli bir roman.
‘Leziz Kadavralar’, bir romanı ‘iyi’ olarak nitelemenin onun zevkle okunacağı anlamına gelmediğini kanıtlıyor. Başından sonuna kadar kasvetli, korkunç, ürkütücü, yer yer öğürtücü hikâyesiyle günümüze dair önemli eleştiriler barındıran ve geleceğe dair uyarılarda bulunan ‘Leziz Kadavralar’, hedeflediği farkındalığı yaratıyor.