Güncelleme Tarihi:
Savaşın bir an olmadığı dönem hiç olmuş mudur acaba insanlık tarihinde? Geçmişe değil de bugüne ve geleceğe baktığımızda bunun pek de mümkün olmadığını, insanın ara vermeden savaşı sürdüreceği yazık ki çok açık. Şu anda bile ne kadar çok yerde savaş var. Çocuklar ölüyor, toprak deşiliyor, şehirler yerle bir ediliyor. Öyleyse bir kitabın savaştan bahsetmesinin özgün bir tarafı yok. Önemli olan savaşa ve asıl onun içindeki varlığa nasıl baktığı, onu nasıl dile döktüğü.
Savaştan bahseden romanlar arasında haklı bir şöhreti var ‘Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’un. Onun sadece vahşetini, acımasızlığını göstermiyor Remarque’ın eseri. Daha ömrünün baharında körpecik insanların hayatına getirdiği o derin yıkımları soyut birer insanlık boyası olarak capcanlı duvarımıza çiziveriyor. Büyük iddialarla değil sıradan genç bir askerin dilinden aktarılır cephede olup bitenler. Toy ve inandırıcı bir tonla, “Cepheden dokuz kilometre gerideyiz. Bizi dün değiştirdiler; şimdi karnımız kuru fasulye ve sığır eti dolu; tok ve memnunuz” diye başlar roman. Bu savaşta bir askerin en çok istediği istirahat ve yemeğe karşılık gelir. İkisi de hayat ve güven demektir. Oysa ölüm bütün kurnazlığıyla bir sis gibi yaklaşmaktadır.
Bir anlıktır bu. Birden hareket başlayabilir. Üzerlerine ateş yağabilir. ‘Korkunç bir girdap olan cephe’ yavaş yavaş insanı kendisine çeker. Orada her bir askerin içinde ‘bir hayvan içgüdüsü’ barınır ve o herkesi çekip çevirir. Somurtkan ve neşeli askerler ‘cephenin başladığı bölgelere geldiğinde insan-hayvan karışımı bir benliğe bürünürler.” Remarque, bu benlik katlarını alabildiğine yalın duyurur bize. Behçet Necatigil’in özlü ve berrak Türkçesi bu duyuşu kolaylaştırır.
Aslında sivil hayatta ne ise burada da odur insan. Bazen de sivil hayattaki travmaları savaşta açığa çıkar. “Sivilken, borusu ne kadar az ötmüşse asker oldu mu o kadar azıtıyor insan.” Ancak ‘ne pahasına olursa olsun, yaşamak isteği’ hiç eksilmez. Birazdan öleceğini bildiği arkadaşının çizmelerine talip olmak sadece açgözlülükle açıklanamaz. Yaşamak isteği de kabarır durmadan. Cephede olup bitenleri bize anlatan genç asker, okumaya düşkün, kitapları olan, yer yer hayalperest ama iyi bir gözlemcidir. Çizdiği tablolar çoğu ressama şapka çıkartır. Savaş kendi içinde kaçınılmaz bir ses, şekil, ışık ve yıkım estetiği de yaratır. ‘İlerleyen bir kama’ya benzettiği bir grup asker, ‘sis gölü üstünde yüzen başlar ve tüfekler halinde tamamlar bu kamayı’. ‘Bir kıtadır ama... insanı yok’tur.
‘Mukaddes olanın güne göre değiştiği’, ‘kelimeler, kelimeler, kelimeler’in insana erişemediği’ bu alem, sormak gerekir değişmiş midir bugün? Remarque, ‘İnsan cephesinde değişen bir şey yok’ demek ister gibidir. Ayşe Sarısayın’ın sunuşu ise ayrıca değerlidir.