Güncelleme Tarihi:
2018 Ekim ayının son günlerinde, Algeciras Limanı’ndaki feribot terminalinin bekleme salonunda, Maurice Hearne’in sorduğu soruyla başlıyor hikâye: “Sence bu bekleyişin sonu gelecek mi, Charlie?”
Gerçekten de bitimsiz bir bekleyişin içinde kahramanlarımız. Aslında iki antikahramandan söz ediyorum:
“Maurice Hearne ile Charlie Redmond (...) Ellilerinin başında görünüyorlar. Yıllar artık gelgit suları gibi çekiliyor. Görmüş geçirmiş oldukları yüzlerinden, sert hatlı çenelerinden, kaotik ağızlarından anlaşılıyor. Fakat üstlerinde hafif -henüz tamamen yitirilmemiş- bir hovardalık havası da var. (...) Maurice Hearne’ün kaygısız, çarpık gülümsemesi sık sık belirecek. Sol gözü bulanık ve ölü, diğer gözü durumu dengelemek ister gibi aşırı canlı, tuhaf bir biçimde büyülenmiş gibi. Üzerinde pejmürde bir takım elbise, yakası açık siyah bir gömlek, ayaklarında beyaz spor ayakkabılar ve başında arkaya itilmiş bir melon şapka var. Bir zamanlar şık ve havalı olduğu belli ama artık geçmiş o günler. (...) Charlie Redmond mı? Yüzünde kadim zamanların havası var, bir saray müzisyenini andıran, ortaçağdan kalma bir yüz, lavtasının tellerini tıngırdatmaya başlayıverecek sanki. Çayırçiçeklerinden bir yatakta. Bakışları ateşli, çapkın ve üzerinde yine pespaye bir takım, fakat paslı turuncu tonundaki, randevu evlerini anımsatan kalın kauçuk tabanlı süet ayakkabıları şık, fitilli kadifeden yeşil kravatı da öyle. Ayrıca midesi rahatsız, göz altlarında mezar gibi torbalar var ve ruhu da huzursuz.”
Akılları sevgi, üzüntü, acı, duygusallık, hırs, şehvet, ölme isteği ile karışan bu iki adam, geçmişte uyuşturucu kaçakçılığından kazanmışlar hayatlarını. ‘Mesleğe’ ilk atıldıkları gençlik yıllarından beridir beraberler. Hızlı ve tehlikeli bir hayat sürmüşler, kimi zaman çok kazanmış, kimi zaman sürünmüşler. Sonunda uyuşturucu trafiği tıkanmış, yıllar akıp giderken Maurice’le Charlie’yi de geride bırakmış. Artık onlar yaslı, kederli, kemikleri bile ağırlaşmış iki tuhaf adam. Aynı zamanda çulsuz ve acılılar. Zamandışı görünümlerine, Charlie’nin aksayan ayağına ve Maurice’in hasarlı gözüne rağmen ya da belki de bundan dolayı hâlâ korsan gülümsemelerin parıltılarıyla tehditkâr bir hava yayıyorlar ne zamandır mesken tuttukları terminale.
Bekleyişlerinin nedeni, Maurice’in üç yıldır görmediği kızı Dilly’nin Fas’a gitmek üzere bu limana uğrayacağı bilgisini almaları. Şimdi Algeciras Terminali’nde ellerindeki ilanları dağıtıyor, kızını tanıyabileceğini tahmin ettikleri ‘hippi’ görünümlü gençleri sorguluyorlar. Bir yandan da geçmişteki günleri yâd ediyorlar.
“Yaşlanmaktan ve ölümden söz ediyorlar. Yanlış yaptıkları kişilerden, yardım ettikleri kişilerden, ilk aşklarından ve kayıp aşklarından, hasımlarından ve dostlarından söz ediyorlar. Cork’taki, Barcelona’daki, Londra’daki, Mâlaga’daki ve hayaletli Câdiz kentindeki eski günlerden söz ediyorlar. Bu yerlerin verdiği duygular hakkında konuşuyorlar. Bir kez daha burada olduklarından, bir mıknatıs tarafından çekilmiş gibi Berberi Kıyısı’na geldiklerinden söz ediyorlar.”
Anıların kırık kakofonisi eşliğinde imgeler dolaşıyor zihinlerinde. Hatırlıyorlar ama “Geçmiş belirsiz, oynak. Geride bir yerde değişiyor, kendini yeniden düzenliyor”.
SUÇLARIN VE İRLANDALI OLMANIN KEFARETİ
Samuel Beckett’ın ‘Godot’yu Beklerken’ adlı oyunuyla Quentin Tarantino’nun ‘Pulp Fiction’ filminin karışımı hissini uyandırıyor ‘Tanca’ya Gece Feribotu’. İlk bakışta iki yaşlı/emekli gangsteri konu edinen psikolojik gerilim hikâyesi. Ama sürekli yön değiştiriyor Kevin Barry; zamanlar ve temalar arasında gidip gelirken, hikâye bu iki bitik adamın farklı sesleriyle bir arada tutuluyor.
Her şeyi bilen, sanki o anda bekleme salonunda olup bitenleri gözleyen bir anlatıcının bakış açısıyla anlatılan hikâye iki zamanlı. Mekân ise oldukça geniş. 2018 yılı ekiminin Algeciras’ıyla İrlanda, İngiltere ve İspanya arasında -1990’lardan 2013’e- gidip gelen anlatıda yoğun bir suç yaşantısı, ciddi suçlara dair canlı tasvirler var. Uyuşturucu kaçırmak için alınan riskler, şiddet tehditleri, kara para aklama girişimleri, bu hayatın yarattığı paranoyalar... Bu kurguyu çok sayıda tema ile zenginleştirmiş Barry; ölüm ve yaşam, dostlukla düşmanlık, pişmanlık, suçluluk, sevgi, kıskançlık, erkeklik, babalık...
Karanlık karakterleri ve karanlık hikâyesine karşılık karanlık bir mizahı da var romanın. Bütün bu karanlıkları aydınlatan sevgi anları da var. Maurice’in karısı Cynthia’ya olan tutkusu, yaşadıkları bunca olaydan sonra iki adam arasında hâlâ sıcaklığını yitirmeyen dostluk, her ikisinin Dilly’e duydukları sevgi... Ve onların kefaret öder gibi bekleyişleri...
Ödedikleri sadece işledikleri suçların kefareti değil, onlar İrlandalı olmanın kefaretini de ödüyorlar. Tıpkı diğer büyük İrlandalı yazarlar -Joyce, O’Brian, Beckett- gibi Kevin Barry de onları suça ve şiddete sürükleyen kaderlerini İrlanda tarihine, coğrafyasına, kültürüne bağlıyor: “Fakat evet, İrlanda puşt gibi kuşatıyor insanı. Karanlıkta çarpık ağzını çevirerek kötü şeyler fısıldıyor. Tetikte bekliyor ve aniden gösteriyor mahmuzlu pençelerini.”
İşte bu nedenle, annesinin Dilly’e söylediği son şey, “Bir daha asla buraya dönmemelisin” olmuş, Dilly de yuvasının her zaman “gündönümlerinde, mevsim ortalarında ışığın eğik düştüğü o yer” olacağını bilerek terk etmiştir ülkesini.
MİZAH VE ARGOYLA BESLENEN ŞİİRSEL DİL
Önemli konulara değinen iyi kurgulanmış bir roman ‘Tanca’ya Gece Feribotu’. Ancak romana asıl güzelliğini veren mükemmel dili. Alıntılardan da fark edeceğiniz üzere, şiirsel bir dili var Barry’nin. Mizahta da duyguları iletmekte de usta. Karakterlerini ve koşullarını sergilerken kullandığı imgeler ve tasvirler, araya yerleştirilmiş gözlemler, argo kullanımı, diyaloglardaki tuhaflık ve akıcılık, söylenenler ile kastedilen şey arasındaki sürekli gerginlik gerçekten etkileyici. Bu dilin yegâne riski, iki eski suçluya hak etmedikleri bir haysiyet ve ihtişam sağlaması. Öyle ki onları birer yeraltı filozofu olarak görmemek ve kirli hayatlarının gerçekliğini unutmamak imkânsız hale geliyor.
Roman başladığı gibi -belirsizlikle- sonlanırken bu kez Charlie soracaktır girişteki soruyu: “Sence bu bekleyişin sonu gelecek mi, Maurice?”
Cevabı hiçbir zaman bilemeyeceğiz...
SEYYAHLIKTAN YAZARLIĞA
1969 yılında Limerick’te doğan Barry, gençliğinin büyük bölümünü seyahat ederek geçirdi. Cork, Santa Barbara, Barcelona ve Liverpool’da çeşitli şekillerde yaşadı ve sonunda Cork’a yerleşerek serbest gazeteci olarak çalıştı. Ancak asıl amacı yazar olmaktı. Bir karavana kapandı ve altı ay boyunca ‘korkunç bir roman’ diye nitelediği ilk dosyasını tamamladı. O dosya yayımlanmadı ama 2007’de yazdığı ilk öykü kitabı ‘There are Little Kingdoms’ ile Rooney Prize for Irish Literature’ı kazandı. Yakaladığı bu çıkışı 2011 yılında yayımlanan ve Uluslararası Dublin Edebiyat Ödülü’ne değer bulunan ilk romanı ‘City of Bohane’ ile sürdürdü. İkinci romanı ‘Beatlebone’ ise ona 2015 Goldsmiths Ödülü’nü getirecekti. 2019 yılında yayımlanan ‘Tanca’ya Gece Feribotu’, kazandığı pek çok ödülün yanı sıra Booker Ödülü uzun listesine de kalmıştı. Barry, romancılığının yanı sıra sanat ve kültür yıllığı olan Winter Papers’ın editörlüğünü de sürdürüyor.
TANCA’YA
GECE FERİBOTU
Kevin Barry
Çeviren: Begüm Kovulmaz
Harfa Yayınları, 2021
232 sayfa, 31 TL.