Güncelleme Tarihi:
Bir gün anne ve babanız eve bir yetim getirse ne yaparsınız? Anne ve babasını kaybetmiş küçücük bir çocuk sizin olan yere, sizin olan şeylere ortak olsa... İlk tepkiniz ne olurdu? ‘Damdan düşer gibi’ dünyanızın tam orta yerine bir çocuk düşse? ‘Süslü Hatıralar Sahnesi’nin altı yaşındaki Recep’i, dört yaşındaki Erdal’a bir tokat attı. Recep’in içi acıdı. Erdal bayıldı. Erdal gözlerini açtığında ‘Erre’ olmuşlardı bile. Ağabeyin attığı tokat, kardeşin yüzünde patladığı anda bedenleri ve ruhları birbirine bağlanan bu çocukların hikâyesini okuduktan sonra bu soruların cevaplarını bir kez daha düşünün.
İsmail Güzelsoy 1963’te Iğdır’da doğdu. Dokuz yaşında ailesiyle İstanbul, Gaziosmanpaşa’ya göç etti. İstanbul Üniversitesi, İletişim Fakültesi’nin üçüncü yılında okulu bırakarak İsveç’e gitti. 1987 yılında yeniden İstanbul’a gelen Güzelsoy, Anadolu’da rehberlik yaparken karşılaştığı olayların, insanların ve kültürel dokunun verdiği esinle, sonraki yıllarda yazacağı romanların omurgasını oluşturan notlar aldı, günlükler ve öyküler yazdı.
Güzelsoy’un son romanı ‘Süslü Hatıralar Sahnesi’, Erzurum’dan İstanbul’a göç eden bir ailenin eşyalarını taşıdıkları kamyonun kasasında açar perdeyi. ‘Gecenin neredeyse gündüz kadar aydınlık olduğuna tanık’ ailenin yolculuğu sırasında kamyonun yanından, arkasında siyah egzoz dumanı bırakan gürültülü bir motosiklet geçer. Sekiz yaşındaki Erdal’ı uykusundan uyandıran bu motosikletin üzerinde yıllar sonra anlayacağı üzere aynı anne-babayı paylaşmasa da kendisi ve abisinde olduğu gibi kardeş olmayı başarmış Deniz Gezmiş ve Yusuf Arslan vardır. Dedelerinin ikisine koyduğu isimle; Erre, aynı rüyayı görmek için tekrar uyumaya geçmeden önce, kamyonun kasa kapağına konarak onlarla birlikte göç eden yavru kambur bir kargaya, yaşamlarının her anının tanığı olacağından habersiz isim verme telaşına düşer. Sonra Nevırmor’u seyrederek uykuya dalarlar. Aynı düşten uyandıklarında kamyon İstanbul’a varmıştır. Bu yolculuk kamyonun arkasındaki sekiz yaşındaki Erdal ile 10 yaşındaki Recep’in rüyalarla, hayallerle, umutlarla, kırgınlıklarla, vazgeçişlerle dolacak yaşamlarının kapısını aralar.
Güzelsoy eserinde, ‘Erre’nin çocukluklarının dönüm noktalarını tarihleri ile bildirir okuyucusuna. Mesela Denizlerin mahkemesinin ikinci celsesinin bittiği günün akşamı anne, Recep’i okula yazdıracağını söyler. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam cezasına çarptırıldığı 9 Ekim 1971 günü, okulu bırakıp Çiko Nuri’nin yanında kumar oynatmaya başlar kardeşler. Denizler asıldığı gün baba Sirkeci Tren Garı’ndan trene binip Almanya’ya, başka bir kadına gider. ‘Karılık görevlerini yerine getiremeyen’ anneleriyle birlikte kalan ‘Erre’ ise bir anda kendilerini semtlerindeki lunapark harabesindeki yıkık dökük ‘Süslü Hatıralar Sahnesi’nde hayat tiyatrosunun içinde bulur.
İsmail Güzelsoy, son romanında en çok, kardeşliğin kimsenin dokunamayacağı mahrem güzelliğini betimliyor. Kırgınlıklar, feragatler ve ihanetler arasında asla soğumayan ama hiddetten şefkate sürekli yer değiştiren sevginin gücüyle neşelendirip hüzünlendiriyor. Belki de son sözü bu kardeşliğin tanığına bırakmak en iyisi olacak; “Ben Nevırmor. İki kardeşe bölündüm ya da iki kardeş bende bir araya geldi, tam hatırlamıyorum. Sadece bir viran lunaparkın üzerinden uçtuk ve buna hayat dediler. Belki sen ona cehennem dersin bir gün. Aynalara düşen her şey giderek kararıyor şimdi. Biz bir kardeşlik hikâyesinden geriye kalan son damlalardık. Cennet bizim hatırladığımız en uzak zamanda kayboldu.”
Süslü Hatıralar Sahnesi
İsmail Güzelsoy
Karakarga, 2018
168 sayfa, 22 TL.