Güncelleme Tarihi:
Magda Szabo, Macaristan’ın en önemli yazarlarından biriydi. 1917 Debrecen’de doğmuş, Latin ve Macar edebiyatı eğitimi almıştı. Savaştan sonra kurulan komünist yönetim tarafından sakıncalı kişiler listesine dahil edilince zor bir döneme girdi. Stalinist dönemin sona ermesiyle sakıncalı konumundan kurtulan Szabo, 1958’de yayınlanan ilk romanı ‘Fresco’yla büyük bir çıkış yakaladı. Bu tarihten sonra gerek ulusal gerekse uluslararası ölçekte adını duyuran ve birçok ödüle değer görülen yazarın yapıtları otuzdan fazla dile çevrildi. 2007 yılında ölen Magda Szabo’nun Türkçedeki ilk kitabı 1972 yılında E yayımları tarafından yayımlanan ‘Yavru Ceylan’dı. Fazla ilgi görmemiş olmalı ki ikinci bir Szabo çevirisi için tam otuz yıl beklemek gerekti. Hayatını Macaristan tarihinin acılarıyla özdeşleştiren bu mücadeleci kadın yazarı, 2007 yılında çevrilen -2003 Femina ödüllü- ‘Kapı’sıyla hatırlamıştık. Ama Magda Szabo ve romanları hak ettiği ilgiyi görmedi.
HAYATIN ELEMENTLERİ
Aslında ilgisizlik Macar edebiyatını kapsıyor, bu edebiyatı biraz da dil/çeviri sorunu nedeniyle yeterince tanımıyoruz. Türkçe’ye çevrilen yazarlarının yapıtlarının önemli bir kısmını okumakla birlikte bu romanlar Macar edebiyatı üzerine genellemeler yapacak bir yekûn oluşturmuyorlar. Şimdi söyleyeceklerim bize ulaşan örnekleri kapsayan çıkarımlar; Türkçe’ye ilk çevrilen Macar romanı olan İ.Lazar’ın ‘Vesta Rahibesi’nden bu yana, okuduğum Macar romanlarında ölüm temasının ya da karanlık, duygusal tonların hakim olduğunu söyleyebilirim. Sadece Sandor Marai, Magda Szabo, İmre Kertesz ve László Krasznahorkai gibi ‘yüksek edebiyat’ temsilcilerinin değil 70’li yıllarda ülkemizde çok satarlar arasına giren Lajos Zilahy’nin ‘İki Esir’i ya da Ferenc Molnar’ın ‘Pal Sokağı Çocukları’nda da ölüm ve mutsuzluk temaları hakimdi. Daha yenilerden Peter Nadas’ın ‘Bir Aile Masalının Sonu’, Zsuzsa Rakovszky’nin ‘Ah. Arsız Ruhum’ ve Peter Esterhazy’nin ‘Kalbin Yardımcı Fiilleri’ de onlardan farksızdı. Ancak Szabo’nun romanlarındaki hüzünlü atmosfer hepsinden daha ağırdır. Bu nedenle dilini, üslubunu, kurgusunu ve hatta hikâyelerini çok sevmekle birlikte bir Szabo romanını elime almak bende peşin bir huzursuzluk yaratır. ‘Iza’nın Şarkısı’ da bu huzursuzluğu katılaştıran, duygusal yükü ağır bir anlatı...
DÖRT KİŞİ DÖRT HAYAT
Antik çağlarda evrenin oluşumu dört elemente bağlanırdı; Toprak, Ateş, Su ve Hava. Aynı zamanda mevsimleri ve insani özellikleri de simgeleyen bu dört element ‘Iza’nın Şarkısı’nda dört bölüm başlığına karşılık geliyor. Bir ölümle başlayıp başka bir ölümle biten dingin, döngüsel ve bulanık hikâye dört ana karakterin -yaşlı çift Vince ve Ettie, yetişkin kızları Iza ve Iza’nın eski kocası Antal’ın hayatlarının birkaç ayını kapsıyor.
60’lı yılların başında, küçük bir kır kasabasındayız. 80 yaşındaki Vince hızlı seyreden hastalığı sonucu öldüğünde 75 yaşındaki karısı Ettie yalnız başına kalır. Dile kolay, 49 yıllık bir evliliktir onlarınki. Kadının, kızından başka kimsesi kalmamıştır. Kızları Iza herkesin hayranlık duyduğu, sorumluk sahibi, cömert bir kadın, mükemmel bir doktor. Antal’dan boşanıp Budapeşte’ye taşındıktan sonra kasabadan ve ailesinden uzaklaşmasına rağmen sevgisini yitirmemiştir. Annesi için kendi yanına taşınmasının tek çözüm olduğuna karar veren Iza, kadını, evini ve eşyalarını satmaya, ikna eder. Başlangıçta sevinçlidir yaşlı kadın; büyük kentte yalnız başına yaşayan kızının hayatına katılacak, evini çekip çevirecek, yemeklerini hazırlayacaktır, tıpkı eski günlerdeki gibi. Ne var ki modern kentlerdeki hayatın hızından, bunun eski alışkanlıkları tasfiye ettiğinden, aslında bu hayatta ihtiyarlara yer olmadığından habersizdir. Gerçeklerin farkına vardığında büyük bir düş kırıklığı yaşayan yaşlı kadın kendisine ait hiçbir şey barındırmayan bu hayata, bu modern çağa ayak uydurmaya çalışırken yavaş yavaş taşlaşır. Sonunda doğduğu kasabayı ziyaret etme fırsatı yakaladığında son hamlesini yapacaktır...
IZA’NIN ŞARKISI YOK
Başyapıtı sayılan ‘Kapı’dan yirmi dört yıl önce yazmış ‘Iza’nın Şarkısı’nı Magda Szabo. Ancak ‘Kapı’dan hiç de aşağı kalmıyor. Öncelikle tematik benzerlikler dikkat çekici ama söz konusu temalar zaten Szabo romanlarının karakteristiğini yansıtıyorlar; Macaristan’ın yakın tarihiyle örtüşen kaderler ve kişilikler, mekâna olan bağlılık, sürgünlük ve yas duygusu, iletişimsizlik, kırgınlıklar, acılar, pişmanlıklar, ihanetler, değişen ahlâk ve değer yargıları, suçlar, günahlar, kefaretler...
Szabo, mutsuzluk ortak paydasında kesişen bu temalar ile dramatik yanı güçlü hikâyeler anlatıyor. Kocasının ölümünden sonra kadının yapayalnız kaldığı hissine kapıldığı ya da kızının evinde yerinin olmadığının farkına vardığı anlardaki duygusal atmosfer okuyucunun üzerine karabasan gibi çöküyor. Ancak bu durum, anlatının melodrama dönüşmesinden değil, Szabo’nun insanlık durumunu çok iyi gözlemleyip katı bir gerçeklikle okura sunmasından.
‘Katalin Sokağı’nda da yaşlılık hakkında çok güzel ve çarpıcı yorumlar vardı. ‘Iza’nın Şarkısı’ tamamiyle bu meseleye odaklanmış. Kendi evinde kendisine yeten bir hayat süren, küçük kasabasında eşyalarıyla, komşularıyla yaşamaktan keyif alan kadın, şimdi -onun için anlaşılması zor- kuralları başkası tarafından konmuş bir evde yaşarken tutsak gibi hissetmektedir. Szabo, kadının duygularını çırılçıplak sergiler; “Her şey yok olmuştu, eski yoksulluklarından büyük bir sabırla, bitmez tükenmez bir maharet ve ustalıkla kurtarmış olduğu her şey; tahripkâr zamanı kandırma becerilerinin hiçbir tanığı kalmamıştı geriye(...) İhtiyaç duyduğu her şeye sahipti, yine de eşyaları yağmalanmış, soyulmuş gibi hissediyordu kendini.”
Sorun, Iza’nın iyi niyet veya şefkatinde değil, Iza’nın annesi ile ilişkisini bir göreve çevirmesinden, onun ihtiyaçlarını kendisinin belirlemesinden, kısacası bencilliğinden, ruhunda ölümcül bir şiir eksikliğinden kaynaklanıyor. Tam da onu gözleyen eski bir hayranının düşündüğü gibi; “Hiçbir şey hissetmemeyi tercih etmek onun bu hayat için seçtiği yol oldu. Aynı yol onu kendi bencilliğine ve buz gibi şefkatine gömdü.”
Szabo, insanlar arasındaki ilişkileri -ki bunlar birbirini seven insanlardır- yakalamakta, ‘sözsüz’ karşılaşmaları yansıtmakta çok maharetli. Siyasi olaylara yer vermemekle birlikte ülkenin tarihi hep romanın içinde. Hikâyenin duygusal katmanları derinleştikçe bir trajedinin içine çekiliyoruz. Iza’nın sırrı açığa çıkıyor ama şarkıdan/şiirden nasiplenmemiş Iza, annesinin sırrını hiçbir zaman öğrenemeyecek. Pek çoğumuzun da öğrenemediği gibi...
IZA’NIN ŞARKISI
Magda Szabo
Çeviren: Hakan Tansel
Yapı Kredi Yayınları, 2017
224 sayfa, 20 TL.