Güncelleme Tarihi:
Antonio di Benedetto, 1922’de Mendoza, Arjantin’de doğdu. Hukuk okudu ama gazeteciliği ve yazarlığı tercih etti. Hikâyelerini ilk kitabı ‘Mundo Animal’da (1952) topladı ve prestijli ödüller kazandı. 1956’da yayımlanan ilk romanı ‘Zama’ ise ülkesinde büyük heyecan yarattı. Eleştirmenler romanı Alain Robbe-Grillet, Julio Cortazar gibi önemli yazarların eserleriyle karşılaştırdılar. Hayatı 1977 askeri darbesi ile altüst oldu; tutuklandı ve işkence gördü. Ertesi yıl serbest bırakıldı ama ülkesini terk etmek zorunda kaldı. ABD, Fransa ve İspanya’da geçen sürgünlük dönemi 1985’te sona erdi. Ne var ki 1986’da Buenos Aires’te yaşamını yitirdi.
Çok sayıda ödüle değer görülen beş roman yazmıştı. Buna karşılık çağdaşı Latin Amerikalı yazarlar kadar tanınmadı. Bunda dünya dillerine daha az çevrilmesinin rolü olmakla birlikte, asıl neden o dönemin büyük ilgi gören Büyülü Gerçekçilik akımına dahil olmamasıdır. Nitekim ‘Zama’ 2016’da ABD’de yayımlandığında ‘İhmal edilmiş bir Güney Amerika başyapıtı’ nitelemesiyle selamlanmış, pek çok eleştirmen tarafından Arjantin edebiyatının en büyük yapıtlarından birisi olarak gösterilmişti.
GİTMEKLE KALMAK ARASINDA
‘Zama’, 1790 yılında, ne zaman geleceğini bilmediği bir gemiyi, aslında geminin getireceği -karısı tarafından yazılmış- mektubu bekleyen anlatıcının gördüğü bir manzarayı tasviriyle başlıyor: “Ölü, fakat hâlâ bir bütün haldeki çürümemiş bir maymun, suyun hafif dalgalanışıyla ve kurtulamadığı girdaplarla, göze çarpar biçimde gidip geliyordu...” Bu görüntü anlatıcıya ister istemez kendisini ve kaderini hatırlatmıştır: “Oradaydı işte, gitmekle kalmak arasında, işte oradaydık. Oradaydık, gitmekle kalmak arasında.”
14 aydır Buenos Aires’in çok uzağındaki bu küçük sınır şehrinde, sevdiklerinden ayrı yaşayan anlatıcı, yani Don Diego de Zama, gitmekle kalmak arasında sıkışıp kalmış bir adam. Henüz 35 yaşında olmasına rağmen şehrin validen sonraki en yüksek rütbeli memuru, hükümetin hukuk müşaviri. Ne var ki Güney Amerika’nın bu ücra köşesinde mevkisinin hemen hiçbir getirisi yok. Üstelik İspanya’dan gönderilen aylığı da hem yetersiz hem de çok seyrek geçiyor eline. Bir yandan gündelik hayatını sürdürmekte zorlanan, diğer yandan karısına para gönderememenin utancını yaşayan Zama, yine de henüz kariyerine dair umutlarını yitirmiş değil. Zama her ne kadar iyimser kalmaya çalışsa da umutla umutsuzluk arasında gidip gelen, onu hezeyanlara sürükleyen bir ruh hali içindedir. Zira aylardır karısından uzak kalmış genç bir adam olarak aşka ve şehvete susamıştır. Bir yandan karısına sadık kalmaya çalışır, diğer yandan yeni aşklara hazırlar kendisini. Öyle ki etrafındaki neredeyse her kadın onun için potansiyel bir sevgilidir. Kıvranıp durur... Zaman ilerler ve ne yazık ki hâlâ terfi, nakil ve hiç değilse sevgili bekleyen Zama’nın durumunda iyiye doğru bir işaret olmaz. Sona gelindiğinde her zaman karar vermekte zorlanan ve en kötü kararları alan Zama, kimsenin beklemediği bir adım atacak ve kenti dehşete düşüren bir haydutu yakalamak için yola çıkan birliğe katılacaktır...
TANIDIK BİR ANTİ-KAHRAMAN
Üç bölümlük bir roman ‘Zama’; hikâye anlatım zamanları olan yılları -1790, 1794 ve 1799- gösteren üç bölümde Zama’nın maceraları anlatılıyor. Elbette sömürgeci fatihlerinin kahramanlık maceralarına hiç benzemeyen türden maceralar bunlar. Zaten Zama hiç de kahraman sayılmaz. Zama, aslında sinir olabileceğimiz ama tuhaf biçimde sevimli de bulabileceğimiz garip ve karmaşık bir karakter. Hayat farkına varması için ona her fırsatı vermesine rağmen bir kaybeden olduğunu görmeyen bir anti-kahraman. Narsist, ahlaki değerleri olan ama bu değerleri çıkarı için çiğneyebilen, hastalıklı denebilecek ölçüde şüpheci ve kendini aldatma konusunda bitmeyen bir kapasiteye sahip. Eylemlerinin sonuçlarının nereye varacağını asla düşünmemesi ve her yeni durumda kendisine ve eylemlerine yeni nitelikler atfetmesi onu ahlakın her türlü içsel yargısından ‘özgürleştiriyor’.
Benedetto, onun bu kişiliğini ayrıntılara yedirerek anlatırken muhteşem bir karakter ortaya koymuş; kibiri, alıklığı, cesareti ve korkaklığı, arzu ve isyanlarıyla Zama, hem inandırıcı hem de büyüleyici bir roman kahramanı.
Zama’nın gördüklerini göstermiyor di Benedetto ama Zama’nın gördüklerini nasıl gördüğünü gösteriyor. Eylem anındaki ya da sıkıntılı durumlardaki bilinç hallerini gösteriyor ve böylelikle anlıyoruz ki aslında Zama, kendine özü bir farkındalığa sahip. Olayların gidişatı ya da hatalarıyla ilgili farkındalığı var ama fark ettiklerini kabul etmeye isteği yok. Hikâyeye dinamizm, gerilim ve hüzün katan da işte bu içsel çelişkiler oluyor.
Zama’nın hayat karşısındaki bu edilgenliği, bireyin bu varoluşsal durgunluğu Dostoyevski, Kafka, Camus, Beckett gibi yazarları akla getiriyor. Buna Dino Buzzati’nin ‘Tatar Çölü’nü de ekleyebilirim. Di Benedetto ve adını saydığım yazarların anti-kahramanlarını deliliğin uçurumuna savuran sıkıntılar, aslında modern burjuva bireyin sıkıntıları... Bireyin özgürlüğü ile onu kısıtlayan dış dünya arasındaki gerilimden kaynaklanan, onu felç eden, edilgenleştiren, maddi tatminlere yönelten sıkıntılar. Kısa ama büyük, durgun ama sürükleyici bir roman olan ‘Zama’da modern burjuva bireyin hiç bitmeyen sıkıntısını kara bir mizahla anlatmış Antonio di Benedetto, en yakıcı sorusunu sona saklayarak: “Yaşamak istiyor musun?”