Güncelleme Tarihi:
Siz, bir kitapla ona dokunmadan aranızda bağ oluştuğunu hissetiniz mi hiç? İnci Gürbüzatik’in yeni romanı ‘Deve Boku Savaşları’nı elime aldığımda bir yakınlık duydum. Kapağı araladığımda “Roman, gerçek bir olaydan esinlenerek yazılmıştır” uyarısı belki de hissettiğim şeydi. Gürbüzatik engin, samimi dilini kullanarak olaylara tanıklık etmemizi istiyordu.
Coşkun’un serüvenine, dış anlatıcı dili ile şahit oluyoruz. Yazar, olaylara dinleyerek şahit olmuşsa da kurgu dilini başarı ile kullanarak ‘ben’ sıfatından ayrılıp, ‘yazan kişi’ olarak romanını sunuyor. Sıradan bir anlatıcı değil, olayların içine akıp giden dil ile bizi çekiyor. Coşkun’u merak ediyoruz. Onu göğsümüze yatırıp ağrısını gidermek ona dokunmak istiyoruz.
‘Deve Boku Savaşları’ kan bağımız varken, öğretilerle bütünleştiğimiz en yakınlarımızla olan savaştır. Nükleer bombadan daha tesirlidir yakınından gelen ceviz büyüklüğündeki mermiler. Geri adım attırabilir. Coşkun’un şansı da budur. ‘Deve boku’ ellerindeki silahtır, arkadaşları güçtür, farklı bir yaşam isteyen anne ile aşk insanı babasına karşı. Böylelikle sevginin değişkenliğini de, ilk ihaneti de ailesinde yaşar.
Gürbüzatik, ‘Misket’ romanında eski Ankara sokaklarının ayrıntılarını bize hatırlattığı gibi, ‘Deve Boku Savaşları’nda da eski eşyaları hatırlatıyor. Hele hele hayalimizde canlandırmaya çalıştığımız o öpüşen kapı tokmağını hayranlıkla okuyoruz.
Yazar annesini mutlu etmek için çırpınan, babasına verdiği söze sadık kalan Coşkun’u ve aşkı konu almış gibi görünse de kadınlık hallerini de gösteriyor bize. Erken evlilikler, hayaller, en yakınıyla başlayan savaşlar, kitabın derinlerinde akıllı okuyucuya bırakılmış. Kadına ‘erkeğini mutlu etmek’ için öğütlenir de ihanete uğradığında ne yapması gerektiği öğretilir mi? Sonra bir değil birkaç benlikle gezer kadın. Fırsatçıdır belki de mağdur. Asıl benlik ise kendini unutmuş olandır.
Gürbüzatik bizi Aydın ve yöresinde dolaştırıyor. Eskinin tanımadığımız, unuttuğumuz eşya ve markalarını Nacar, Hislon, Seiko Saatlerini, Tokalon Kremleri, Hür Aydın, Kıroba, Ses, Yeni Sabah Gazetelerini hatırlatıyor. ‘Deve Boku Savaşları’nda ruhsal bütünlüğünden ayrılamasam da göz ardı edemeyeceğim diğer güzellik, yazarın Aydın coğrafyasına bizi hiç aralıksız, soluksuz çeken tasvirleri: “Kısır köklerini toprağa daldıran bodur kaktüsler sıcaktan mest, genişlerken dimdik, battı mı yakan, tırnak dikenli, etli yeşil yapraklarını yalvarırcasına gökyüzüne uzatmış, ağustos güneşine tapınmaktaydılar.”
Romanın kapağını kapattığımda Aydın’a ve orada yaşamış o kahramanlara el sallayamadım, Aydın atmosferini soluyordum. Hepsi yanımda benimle kaldı, konuşmadan. Sanki bir sonraki macerada bende kalanlar cevaplanacakmış gibi.
Bu cümle ile kitabın basılmasında emeği olan, geçen günlerde kaybettiğimiz Epsilon Yayınevi Genel Yayın Yönetmeni Meltem Erkmen’i de saygı, sevgi ve rahmetle anıyorum.