Güncelleme Tarihi:
Carla Costa ve Ruben Monteiro, Portekizli müzisyen bir çift. Bu minik ülkede yolumuzu müziğin evrensel dili her halükârda kesiştirirdi ki bundan fazlası oldu. Carla ve Ruben içlerindeki Türkiye, Türkçe ve Türk müziği sevgisini ‘Kairós’ adlı albüme dönüştürünce onların içten sevgisini ve güzel albümünü ülkemizde duyurmak olmazsa olmazdı. Carla ve Ruben, çok sayıda projeyle dünyanın dört bir köşesinde çalsa da Türkiye’den aldıkları haz bambaşka. Carla, Ruben bizlere ‘Kairós’ ile gülümsüyor. Siz de bu albüme kulak vererek onlara gülümseyin, ‘vamos’ (haydi)!
Sorularımızı, ikili adına Ruben Monteiro yanıtladı.
Portekizli bir müzisyen çift olarak sizi Türk müziğine çeken sebep ne oldu?
Bu çekimin her şeyden önce en önemli kaynağı Türk müziğinin duygusal estetiği, bize ve hislerimize doğallıkla dokunması ve bize çok doğal görünmesi. Türk müziğini kendimize ait hissediyoruz. Güçlü melodiler arasındaki derin konuşma, kuvvetli ama aynı zamanda narin ritimler ve doğaçlamaya yatkın karakteri... Yani, içinde müzik adına sevdiğimiz her şey var.
Enstrümanlarınızı hangi kriterlerle seçip nasıl ilerleme kaydettiniz?
Doğrusunu söylemek gerekirse enstrümanlar bizi seçti ve biz de çok ciddiye aldık. İstanbul’u yıllar önce Afgan rebabı satın almak üzere ziyaret etmiştik ve ansızın Türk müziği ve kültüründen büyülendik. Ben 10 yaşımdan beri müzik eğitimi alıyorum ve o zamandan beri müzisyenim. Böyle olunca ilk olarak bağlamaya sevdalanıp Erol Parlak ve Erdal Erzincan kitaplarından çalışmaya başladım. Daha sonra hocalarımı buldum, önce İspanya’dan Efrén Lopez ve ardından Sinan Ayyıldız, sonra da Erkan Çanakcı. Ve çok fazla çalıştım, tabii Türk müziği aromasıyla da tamamen bağlantılandım.
Birkaç yıl sonra İstanbul’daki uzun süreli ziyaretiniz ve temasınız sırasında Carla neye âşık oldu?
Çünkü o, gayda ve çeşitli flütler dahil olmak üzere nefesli sazlar icracısı. Dolayısıyla İstanbul’da Volkan Inçüvez ile çalışmaya başladı, sonra da Niri Sadeh (İsrail) ve Christos Barbas (Yunanistan) ile çalıştı. Hocalarımız sağ olsun, onların emekleri ve bizim tutkumuzla enstrümanlarımızın geleneksel habitatından koparmadan onlarla müzik yapmaya yönelik yeni yollar bulduk.
Peki, bütün besteleme ve aranjman süreçlerinde Türk kültürü ve müziğine dair kimlerden etkilendiniz?
Türkiye’ye, Türk kültürü ve müziğine o kadar âşığız ki bizim için başlı başına bir ilham. Başta İstanbul’la olan derin bağımız ve tutkumuz, Alevi ve âşık geleneğinin derin ve nostaljik kültürü, Mevlana, derviş müziği ve ruhaniyet, zeybek tavrı ve oturaklı ritimler, Neşet Ertaş’tan Âşık Veysel’e, Taksim Trio’nun modern titreşiminden Cenk Erdoğan’a, Erkan Oğur, Erdal Erzincan ve Erol Parlak, kültür ve müziklerine ilişkin bizimle bilgilerini paylaşan müzisyen arkadaşlar... Özellikle Volkan Inçüvez ve bizi en başından beri destekleyip eğiten, Türkiye’deki ailemiz olarak gördüğümüz, eskiden Galata’da Naturel Müzik, şimdi Sivas’ta Aslan Müzik olarak devam eden Aslan ailesi. Yani bu etki bize her türlü şekilde geldi.
Türk ve Portekiz müzikleri arasında bir bağlantı, benzerlik var mı, karşılaştırınca neler görüyorsunuz?
Bu soru ve yanıtı master derecesi seviyesinde olabilir. Doğrusu nostaljik ve derin mesajlar içeren türkü ile aynı şekilde nostaljik ve güçlü bir tür olan fado arasında bir yakınlıktan söz edilebilir. Ayrıca telli çalgıların melodik cümle ve soloları ile güçlü vokaller ve mesajlardan da söz edebiliriz. Her ikisindeki benzerlik noktası olarak Akdenizlilik ruhuna bağlı, insanların şarkısı, sesi diyebiliriz. Öte yandan Türk müziği, Portekiz müziğinde yer almayan çok değerli makam sistemini ve komalar içeriyor. Ayrıca Türk müziğinde büyük çeşitlilikte ritimler, özellikle bileşik ve ilginç ritimler var ki bunları Portekiz müziğinde bulamayız. Sonuçta her ikisinde de müziğin etrafında güçlü bir kültür var, özellikle geleneksel müzik ve halk müziği. Bu çok önemli, her iki kültür de müziği önemli ve güçlü mesajları paylaşmak için silah olarak kullanıyor. Davul ve zurnanın güçlü sesleri Portekiz’de bombo ve armonikaya veya bağlama Portekiz gitarına paralel olabilir ama farklı bağlamlarda tabii. Bu noktada bize fazlasıyla ilham veren Portekizli gitar kahramanı Carlos Paredes ve Portekiz’in Nisan 74 devriminin hakiki sesi Zeca Afonso’yu anmalıyım.
Türkçeniz, parça isimleri dahi seçebilecek kadar akıcı. Bu nasıl oldu?
Düzenli olarak Türk müziği dinliyor, Türkçe filmler ve diziler izliyoruz. Arkadaşlarımızdan ve kitaplardan da öğrenmeye çalışıyoruz. Daha önemlisi Türk müziği ve kültürüyle güçlü bağlantısı olan bir parça bestelediğimizde başka dilde bir isim vermek söz konusu olamaz. ‘Ay Dede’ gibi; Sivas’tan gelen bir kopuzla bestelendi. Kocaman bir dolunayda aniden elimdeydi ki o parçanın başka bir ismi olamazdı. ‘Güneş’ bağlama orkestrası olarak adlandırabileceğim farklı tipteki sazlarla, hayatımızın güneşi, kızımız için... Veya ‘Küçük Kalp’ de öyle, Carla, kızımız Laura’ya hamileyken, İstanbul Balcony TV’de ilk kez yer aldığım 2016’da bağlama için yazdığım ilk beste. Başka bir ismi olamazdı o parçanın. Ciddi söylüyorum, daha iyi Türkçe konuşmayı öğreneceğiz.