Güncelleme Tarihi:
Bir konunun uzmanı olmak ayrı, o konunun anlatıcısı bulunmak farklıdır. Gönül ister ki her uzman iyi birer anlatıcı olabilsin. Böylelikle sadece bilgi değil belki asıl konunun ruhu aktarılabilsin. Fakat haksızlık etmeyelim, her dönemde uzmanlıklarının iyi birer anlatıcısı olmuş şahsiyetlere sahibiz. Ezra Erhat onlardan biri. Yetkin bir Homeros çevirmeni ve uzmanı olmanın ötesinde etkileyici bir anlatıcı da aynı zamanda. Belki bunun sebebi Homeros’u ruhuyla dinlemiş ve onun dünyasına tam nüfuz etmiş olmasıdır. ‘Gül ile Söyleşi’ tam da bu anlamda Homeros’un adeta ruhunu getirir önümüze. Genç bir kıza anlatır gibi ama öğrettiğini belli etmeden ama onun bahçesinde gezdirir gibi yapar bunu.
“Gül’üm sana Homeros’u anlatmak istiyorum” diye başlar söze. Gül, ülkenin bütün kız ve erkek çocuklarını etrafında toplamış semboldür onun için. Ve adım adım ilerlemeye başlar. Homeros kimdir, ‘İlyada’ ve ‘Odysseia’ nasıl bir kitaptır? Hangi koşullar altında yazılmışlardır? Fakat asıl önemlisi bunca eser, bunca isim arasında kafa karışmadan, zevk alarak, öğrenerek ve sonunda ülke sevgisine varmak nasıl mümkün olabilir?
Ülkesini ve onun değerlerini gençlere sevdirmektir asıl amacı Azra Erhat’ın. O kadar çok bilgi vardır ki etrafta, onları hayata katıp kişinin dünyasına sokmaktır hüner. Bunu başarmak için de sadece antik dünyada ve zamanda saplanıp kalmaz Azra Erhat. Bugüne döner. Oradan bakar. Troya’yı mı anlatacak? Çanakkale’ye iner bir sabah vakti otobüsle. Şehitliği dolaşır. İda’dan mı söz edecek? Kaz Dağları’na bakar. Çevreyi gözetir. Paris’i mi anlatacak? Onun üç güzelden (Hera, Athena, Aphrodite) birisini seçme azabını mı dillendirecek? Karacaoğlan’a yönelir. “Ben meylimi üç güzele düşürdüm” demiştir o da. Güneş, ay ve elif arasında kalıvermiştir. Böylece, ‘Anadoluculuk’ düşüncesini daha bir genişletir çaktırmadan Erhat. “Niçin hep üç güzele rastlanır Anadolu’da? Ta Roma çağından kalma mozaiklerde bile görülür bu üç güzeller.” Belki biraz yeri ve zamanı olsa Behçet Necatigil’in hayat verdiği ‘Üç Turunçlar’a dek inecektir. Belki de bunu okura bırakır.
“...Tarih kimi zaman kendini yineler, uzak geçmişin kimi olayları yakın geçmişte ya da günümüzde bir daha görülür ya da bu tarih olayları arasında benzerlikler göze çarpar.” Azra Erhat, sanki ancak bu sürekliliği görebilenlerin kültüre ve değerlere sahip çıkacağı fikrindedir. Tabiat, sözlü gelenekler, arkeolojik kalıntılar, folklor, edebiyat hepsi iç içedir. Yazara, uzmana düşen, bugünün okuruna akıl hocalığı yapmak değil ‘Tanrılar, yarıtanrılar ve insanlar arasında geçen’ olayları anlatan eserleri tanıtırken, onların yaşandığı mekânları Olimpos’tan indirmektir. Bir Gül için sürekli bahar yaratmaktır. Zaten şiir üzerinden akan hikâyeyi bugünün diliyle güncelleyebilmektir. Şöyle demek de mümkün: Azra Erhat, Homeros’un destansı dilini bugünün genç zihnine bir dil esintisi olarak başarıyla üfler ‘Gül ile Söyleşi’de.