Güncelleme Tarihi:
1927 yılında Muğla’nın Milas ilçesinde doğan Türk resim ve sanat yazınının duayenlerinden, deyim yerindeyse ‘hocaların hocası’ Turan Erol 90 yaşında. İlk kez 1989 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde yüksek lisansımı yaparken öğrencisi olma ayrıcalığını yaşadığım Turan Hoca ile zamanla köklü bir dostluk geliştirdik. Hocanın emekliliğini takip eden birkaç yıl içinde ben de aynı kurumda akademisyenliğe başlamıştım. Öğrencisi olduğum zamanlarda bize tembihlediği bir şey vardı: “Ressam yazmalı mı, eh yazabilenler yazsın!” Zira gerek 1960’larda Bülent Ecevit’in çıkardığı Ulus gazetesindeki ‘Defterimden’ adlı köşe yazılarında, Bedri Rahmi Eyüboğlu monografisinde gerekse Günsel Renda ile birlikte hazırladığı ‘Türk Çağdaş Resim Sanatı Tarihi’ kitabı ve daha birçok yayındaki yazılarında, çözümlemeci, araştırmacı ve belgesel açıdan bir döneme ışık tutan yaklaşımıyla, yazmayı sanatçılığın ayrılmaz bir parçası olarak benimsediğini kanıtlıyordu. Bizlere de onu aşıladı.
Turan Hoca, resim yaparken etrafını çeviren gerçekliklere odaklandı hep. Dolayısıyla kariyeri boyunca temaları ve bunları ele alış biçimi de hep farklılaştı ve zenginleşti. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun en yakın öğrencisi ve dostuydu. 1952 yılındaki mezuniyetinin ardından İstanbul’da kalmayı tercih etmeden Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi’nde sekiz yıl sürecek bir öğretmenlik serüvenini göze aldı.
1960’ların başında Ankara’da yaşamaya karar kıldığında Bilge Karasu, Nezihe Meriç, Fikret Otyam, Orhan Peker, Refik Epikman, Cemal Bingöl, İlhan Berk, Cahit Külebi, Selçuk Milar gibi sanatçı, yazar ve mimarlardan oluşan ve kısa sürede köklü dostlukların filizleneceği bir arkadaş çevresinin de içindeydi. Bu yıllarda, Ankara’daki Altındağ gecekondu bölgesini resmeden bir kent gözlemcisiydi. 1970 ve 1980’li yıllarda çevreyle kurduğu bu görsel gramere Bodrum, Milas ve tekne kaburgaları dizileri eklendi. 1980’li yıllarda Turan Erol, kıraç, sessiz ve hüzün dolu Orta Anadolu coğrafyasını konu edinen diğer ressamların ortak tavırlarından yola çıkarak Bozkır Ekolü terimini geliştirdi. 1990’lar ve 2000’lerde, Ankara Konya asfaltından görsel notlar ve hiç görmemiş olsa da Ara Güler’in fotoğraflarından esinlenerek ortaya koyduğu çarpıcı Ağrı Dağı dizileri, ondaki bitmek bilmez doğa tutkusunun farklı uzantılarını oluşturdu.
2000’li yıllarda, Milli Reasürans, Aksanat, Ankara Helikon Galerileri ile Hacettepe Üniversitesi Sanat Müzesi’nde açtığı kişisel sergileri ve katıldığı grup etkinliklerindeki resimleri bitmeyen bir sanat tutkusunun taze örnekleriydi. Sanatta değişim konusunda şöyle demişti: “Sanatçı her an yeni bir şey yapamayabilir, her an değişemeyebilir. Değişme isteği belli bir doygunluk noktasına vardığında kendiliğinden gelir. Bu noktaya kadar sanatçı iki şey yapar: Ya bulduğu/ yakaladığı bir olgunluğu sürdürür ya da geçmiş yapıtlarına dönerek onlara tekrar el atar, ilerletir.” Ne var ki Turan Erol’un tüm üretimlerini topluca düşündüğümüzde, onun hep değişmekte olduğunu görüyoruz. Anıtkabir Müzesi’nde bulunan ‘Bomba Sırtı Olayı’ adlı anıtsal kompozisyonu, ‘Kıyı’ dizileri, ‘Tekne Kaburgaları’, ‘Ağrı Dağı’ gibi eşzamanlı olarak el aldığı temalar ondaki sürekli değişme isteğinin göstergelerini oluşturdu. Nice yıllara, sağlıkla diyerek Turan Erol’u sanat camiamız adına derin saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.