Güncelleme Tarihi:
Çağdaş Norveç yazınının çarpıcı kalemlerinden, Literature Prize sahibi Jon Fosse, ‘Melankoli I-II’yi özellikle 1867 tarihli ‘Borgøy Adası’ tablosuyla Norveç sanat tarihine adını kazımış ünlü ressam Lars Hertervig’in (1830-1902) hayatından ilhamla kurgulamış. Başka bir deyişle ressamın psikolojisini ön plana çıkaran edebi bir biyografi söz konusu. Nitekim bu tarz psikoloji odaklı kurgusal biyografileri Lytton Strachey gibi türün yeni dalga temsilcilerinde görmek mümkün.
Anlatı, 1850’li yıllarda başlıyor. O tarihte Hertervig, resim okumak için ünlü bir armatörün desteğiyle Almanya’ya gitmiş ve bir aileden kiraladığı bir odada kalıyor. Bu ev, ilk cildin başat üç mekânından biri; diğer ikisiyse Malkasten isimli bir bar/bistro ve Gaustad Akıl Hastanesi. Lars, romanın başından itibaren hastalıklı bir düşünce tarzına sahip. Öyle ki kaldığı evin kızı, 15 yaşındaki Helene’yle sevgili olduklarını düşünerek genç kızı saplantı haline getirmiş. Ancak kızın amcası ve annesi ikisinin odada yalnız görüştüklerini öğrenince Lars’ı evden kovuyor. Bu noktada ressam adayının düşünceleri giderek paranoya boyutuna varmakta. Üstelik sık sık sanrılar görmekte. Bu sanrılar genellikle siyah ve beyaz bezlerin üzerine gelerek onu boğması şeklinde. İşte böyle sağlıksız bir zihinle amcanın, Helene’yi kendi pis emelleri uğruna sakladığını düşünerek aklına sayısız sahne getirmekte. Zaten, düşünce akışı süreksiz tekrarlar ve muhatapları yanlış yorumlama üstüne kurulu.
Evden atılınca çareyi ‘iyi resim yapmayanların’ takıldığı Malkasten’e gitmekte buluyor. Diğerlerinin kötü, kendisinin iyi resim yaptığını bağlama uysun uymasın sıklıkla dile getirmesi romanın laytmotiflerinden biri. Yine de bir korkusu var, hocası Hans Gude’nin resimlerini beğenmemesi. Yolda rastlayıp, Malkasten’e birlikte geri döndüğü Gude, resimlerini beğendiğini söylese bile bu takdiri tersine yorumlamakta. Bistroda yapılan bir şaka ise ‘deliliğinin’ hat safhaya varmasına sebep oluyor. Böylelikle, gözlerini Gaustad Akıl Hastanesi’nde açıyor. Artık eskisi gibi hareketsiz duran, tepki vermeyen, düşüncelere dalarak bir nevi kuvvetli melankoliyle sarsılan ressam yok. Aksine, Helene’yi idealize etmek yerine ona, onun nezdinde bütün kadınlara küfreden, agresifleşen ve yasak olduğu halde sürekli mastürbasyon yapan, tam anlamıyla delirmiş bir Hertervig var. Bu Hertervig’in aklındaki tek şey ise oradan kaçmak... Böylelikle, ilkin odasında sürekli yatarak hastalıklı düşüncelere gark olan, ardından aklını tam anlamıyla yitiren ressamın psikolojisini aktarmış yazar. Olay, kişi, mekân ve zaman gibi unsurlardan çok bilinçakışı ve delilik teması ön planda.
Akıl hastanesinden sonraki bölümde ise 1991 yılına, romanın üst kurmacasına konuk oluyoruz. Vidme, ressamın bir tablosuna rastlayınca inançsız olmasına rağmen ancak ‘ilahi’ diye niteleyebildiği bir kıvılcımın peşinde, uzaktan akrabası olan bu adamın öyküsünü kaleme almak isteyen orta halli bir yazar.
‘Melankoli II’ye ise Lars’ın ablası Oline’nin zihni hâkim. Yaşlı kadının Alzheimer olduğu su götürmez, bu sebeple çocukluk ve gençlik hatıralarını gayet net hatırlamakta ki hafızasının odağında Lars var. Bu bağlamda, Fosse’nin sebep-sonuç ilişkisini tersinden gösteren bir yazar olduğunu söylemek mümkün. Bu anakronik akışta, Fosse’nin asıl başarısının delilik psikolojisini yansıttığı incelikli üslüp ve dil olduğunu söyleyebiliriz. Zira, gerek dil gerek üslup akıl sağlığından mahrum bir adamın psikolojisiyle birebir örtüşür nitelikte. Bunu sağlamak için düşünce kısır döngülerine, sıfatlı tasvirlere, olağan dışı izlenimlere ve de anakronizme başvurmuş yazar.
Tüm bu özellikleriyle roman, gerek düşünce tarihinde gerek sanat tarihinde gerekse psikoloji tarihinde çokça yer işgal etmiş melankoli kavramını Lars Hertervig’in yaşamından hareketle en uç boyutlarına kadar irdeleyen hacimli bir metin olarak karşımıza çıkmakta.