Güncelleme Tarihi:
Stoa felsefesinin gündeme gelmesi dikkat çekicidir. Teorik kaygılarla değil daha çok pratik kaygılarla dile geliyor. Pratik derken kastettiğim ise etik değil. Etik meseleden dolayı olsa, özellikle Aristoteles (Nikomakhos’a Etik) ile Kant’ın (Pratik Aklın Eleştirisi) da gündeme gelmesi gerekir. Stoa pratik nedenle gündeme geliyor ifadesindeki pratikle kastettiğim, yaşamın, iyi ve güzel bir şekilde düzenlenişi meselesidir.
Bugünlerde Türkçeye çevrilen, William B. Irvine’ın ‘Güzel Yaşam Kılavuzu’, tam da bu bağlamda yer alıyor. Kitabın niyeti bugünkü kentli/şehirli birey için bir yaşam rehberi sunmak ama bununla birlikte ayrıntılı ve çok iyi bir Stoa felsefesi kılavuzu olma özelliğini de içeriyor. Birçok anekdot var. Sözgelimi, filozofların evlilikten uzak durmalarına ilişkin Antisthenes’in sözü gibi: “Kadın güzelse sana kalmaz, çirkinse zaten cezasını fazlasıyla çekersin.” Bu söz, aynı zamanda, filozofluğun fakirlikle ıralı bir yaşama konumlandığını dile getirir.
Stoa felsefesi, Kıbrıslı Zenon’la başlar, Lucretius, Cicero ve Seneca’yla doruğuna çıkar, Epiktetos ve Marcus Aurelius’la birlikte sönümlenir. Başlangıçta, doğaya uygun yaşam ve çilecilik ayırıcı özelliktir. Ama Stoacılığın Roma döneminde yaygınlaşmasının iki maddi nedeni var: 1- Kentli yaşam düzenli yaşamı gerektirmektedir ve çilecilik devre dışı bırakılır. Seneca, “Pejmürde bir kılık, kesilmemiş saçlar, bakımsız saç sakal.. kaçının bunlardan” der. 2- Yeni farklı insanlarla her gün karşılaşmanın getirdiği badire karşısında kendi ruh durumunu eğitmek. Dinginlik önerir Stoa. Yazgıcılık önerir sözgelimi. Buradan ilerliyorum...
Stoacıların yazgıdan anladığı şey ile bizim, yani ortaçağlı ve modernlerin yazgıdan anladığı şey biraz farklıdır. Biz, yazgı derken, yaşam eğrimizin olup biten ile olup bitme anını değil, olup bitme anından sonraki kısmını yani ömrümüzün gelecek kipini anlarız: “Ömrümüzde ne var göreceğiz.” Geçmişimizi ya da şu anı yazgı içinde görmeyiz. Stoacılar ise tam tersine geçmişi ve gerçekleşmekte olan şu anı yazgı içinde görürler. Epiktetos, ‘olayların zaten oldukları olmalarını istememizi’ dile getirirken, olacak olayları değil zaten olan olayları kasteder. Geçmişi değiştiremeyiz, geçmiş konusunda yazgıcı davran, demek istemektedir. Bu yaklaşım, bizim toplumumuzda da bir halk bilgeliği olarak vardır: “Olmuşla ölmüşe çare yok, toparla kendini.” Marcus Aurelius, “Sahip olduğumuz tek şey şimdiki andır” der. Stoa, bize bir halk bilgeliği vaat eder. Ama buradaki ‘halk’ ifadesi, bizde yaygın biçimde olduğu gibi köyü, kırı çağrıştırmamalıdır. Stoa’nın vaadi, kentli, şehirli insana bir halk bilgeliği vaadidir. İyi bir vaattir bu, teselli doludur. ‘Günlükler’inin bir yerinde Andre Gide, bir yakınının ölümü karşısında, bir tanıdığının ağlamasını, “Köylüler gibi ağlıyordu” diye tasvir ediyor. Gide, bu tasvirinde, sanki tam da Epiktetos’un, olan karşında kaderci davranın buyruğunu hesaba katıyor gibidir.
Seneca’nın ‘Ahlaki Mektuplar’ı bir başucu kitabıdır. Latincesi, ‘Epistulae Morales’tir. ‘Moral’ bizim de çok kullandığımız bir kelime; ‘moralim bozuldu’ gibi... Moral, Latince ahlak demektir. Bu notu şu nedenle düşüyorum. Biz, ahlakı daha çok kurallar bütünü olarak düşünürüz ve moral kelimesini de ahlak anlamında kullandığımızı düşünmeyiz. ‘Moralim bozuldu’ derken tam bir ahlak durumundan söz ediyoruz aslında: İçsel ruhani dayanma gücü. Aristoteles de, erdemli olmak, orta olmak derken, aşırı ve zayıf duygulanımlar arasında orta olmayı kasteder. Bu bağlamda ahlak, olup biten olaylar karşısında yaşadığımız zayıf ve aşırı duygulanımların eğitimidir. Arapçada da bu anlama gelir aşağı yukarı: Ahlak, tıbb-ı ruhanidir, yani manevi hekimlik.
Seneca’dan bir alıntı: “Bir şey ummaz olursan, korkmaz da olursun.”