Güncelleme Tarihi:
Ölümsüzlüğün çaresi bu sanırım; yaptıklarınız, geride bıraktıklarınız, sizden sonra da başka insanları etkilemeye, onların hayatlarına dokunmayı sürdürüyor. Gündelik hayatta insanların karşısına çıkan herhangi bir şeyde, dinledikleri şarkıda, okudukları şiirde onlarla rastlaşıyor, onların hayatına bıraktığınız izi derinleştiriyorsunuz.
2008’de kaybettiğimiz Aysel Gürel, bu ölümsüzlerden biri işte. Ne zaman nerede karşımıza çıkacağı belli olmuyor. Belli olan şey, onu hatırladığımızda yüzümüzde oluşan gülümseme.
İlk şiirini ilkokul öğrencisiyken kuzusu Mido için yazıyor, ilk şarkısı sözü ise 1975 yılında ‘Gençlik Başımda Duman-Ateş Böceği’... Sonrası zaten herkesin malumu.
‘Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam’ kitabı Aysel Gürel’in şiirlerinden ve sandıktaki fotoğraflarından seçmelerden oluşuyor. Binlerce dizenin, üç kişi tarafından incelenmesiyle 290 şiir seçilmiş, tekrar seçim yapılarak bu sayı 144’e indirilmiş. ‘Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam’ insanın her daim başucunda durabilecek, Aysel Gürel’in şarkılaştırılan şiirlerine rastlayınca o şarkıyı tekrar tekrar dinleme hevesini ortaya çıkaracak bir kitap.
“Ben şarkı yazar, şarkı satar, ekmeğimi, peynirimi, sütümü satın alırım. Yazarken güzelleşirim, gencecik olurum” diyen Aysel Gürel, kitapta söz yazarlığını anlatıyor. Diyor ki, “Bestecinin verdiği müzik üzerine söz yazmak. O zaman ben onun müziği üzerine uygun müzikalitedeki kelimeleri bulmak zorundayım. Bu da hayli keyifli, zor ve yaratıcılık isteyen bir çalışma sistemidir. Bu ömrümden ömür alır ve güzelim şarkılar sonsuza kadar çalınır. Gerçek aşklarımı yazarım. Yaşamak istediğim aşkları yazarım. Yazarken güzelleşirim, gencecik olurum. Kalbim hızlı hızlı çarpar, gözlerim yıldız yıldız parlar. Çok iyi bir tiyatro oyuncusu olduğum için onları yazarken sahnedeymiş gibi oynar, seste volüm ayarlamaları yaparak etkenliklerini çoğaltırım. Her şarkım adeta üç perdelik bir tiyatro eseri gibidir. Ve bütün bu oyun üç dakika içinde oynanır.”
Peki her şey nasıl başladı? En başta oyunculuk vardı, oradan yola çıkıyor. Şöyle anlatmış: “Bir şey keşfettim. Herkesin bir şiiri, bir ritmi vardı. Bunu bulmalıydım. Kendimi değil toplumu yazmalıydım. Gençlik lokallerine gittim. Parklara, bahçelere. Hem de dedelerle konuştum. Neler sevdiklerini sordum, notlar aldım. Bütün yollar beni yine tiyatroya, bir oyuna çıkarıyordu. Bir tiyatro eserini 10-12 mısraya sığdırmak. Aman Allahım ne zor imkânsız bir şey. Perdeyi açacaksın, 4 mısrada birinci perdeyi oynayacaksın. 12, bilemedin 16 mısrada da 3. perdeyi kapayacaksın. Çok zordu ama emsalsiz bir oyundu. Ve ‘Gençlik Başımda Duman’ diye başladım. Bu şarkı plak olduğu zaman 45’lik plağın iç etiketinde ismimi gördüğüm günü hiç unutmam. İnanamadım, birkaç kişiye gösterdim. Bak söz ve iki nokta var. Burdaki isim ne, dedim. Yeminler ettirdim. Vallahi Aysel Gürel yazıyor dediler. Gerisini hatırlamıyorum. Çünkü bayılmışım.”
Sadece yazdığı şiirler, şarkı sözleriyle hayatımıza dokunmuyor, aynı zamanda kendi hayatını yaşayış şekli de ilham verici, cesaretlendirici. Şu öğüdü çok önemli: “Ben içimin fermuarını açarak işe başladım. Küfretmek istediğim insana ayıp olmasın diye beyefendi, hanımefendi demeyip küfrettim. Beğendiğim bir erkeğe hemen sana bayılıyorum, seni seviyorum, dedim.” Bir hayat böyle tadına varılarak yaşanır herhalde.
Fotoğraflarıyla, şiirleriyle, anılarıyla Aysel Gürel’in iç dünyasına da yolculuk yapılabilecek bir serinin ilk kitabıyla karşı karşıyayız. Onu sevenler kaçırmamalı. Bu dünyadan bir Aysel Gürel geçti. İyi ki geçti...