Güncelleme Tarihi:
Virginia Woolf ne der ‘Kendine Ait Bir Oda’da: “... bir kadının Shakespeare’in çağında Shakespeare’in oyunlarını yazmış olabilmesi her yönüyle ve tümüyle olanaksızdı.” Ve Shakespeare’in Judith adında son derece yetenekli bir kız kardeşi olsaydı neler olurdu diye tahmin yürütür... Sonuç, berbat bir çıkmaz: Judith okula gönderilmiyor, evden kaçıp Londra’nın yolunu tuttuğundaysa ‘kadınların tiyatroda rol alamayacağı’ yanıtı ve erkeklerin taciziyle karşılaşıyor. En nihayet bir kış gecesi canına kıyıyor...
Evet bu, Woolf’un eşsiz hayal gücünden, ‘kadınların tarihine’ dair çarpıcı bir örnek. Tüm bir tarih öğretisi erkeklerin avcılığı, erkeklerin savaşı, erkeklerin demokrasi mücadelesi, erkeklerin dini, siyasi ve ekonomik liderlikleri üzerine kurulmuşken 19’uncu yüzyıldan itibaren güç kazanan kadın hareketi; öykünün ‘anlatılamayan’ öteki yarısına çevirdi gözlerimizi. Peki, her şey nasıl başladı? Tarih boyunca toplumsal cinsiyet hiyerarşisi, daha düz bir ifadeyle, erkeğin kadına üstünlüğü, nasıl inşa edildi? Çağlar arasında ve kültürden kültüre kadın erkek ‘rolleri’ aile, ekonomi, yasalar, din, siyasi yaşam, eğitim-kültür, cinsellik alanında nasıl kurgulandı? Dünyanın her yerinde birbirini andıran bu eşitsiz sistem MÖ’den bugüne nasıl geldi? Tarih boyu kurulan yapılar, eşitsizliği nasıl besledi?
ABD’li tarih araştırmacısı Merry E. Wiesner-Hanks’in kapsamlı çalışması ‘Tarihte Toplumsal Cinsiyet’ her kitaplıkta yerini almayı hak eden bir kitap. Paleolitik zamandan bugüne uzanan bir tarihselleştirmeyle ve yukarıdaki kategorilere bölerek, gezegeni saran toplumsal cinsiyet hiyerarşisini nedensellikleriyle önümüze seriyor. ‘Giriş’ten alıntılayıp, ataerki konusunda vaziyetin ne denli can sıkıcı olduğuna dikkat çekelim: “Toplumsal cinsiyet hiyerarşisi, yoğunluk ve görünürlük bakımından çok çeşitlidir ama her değişim dönemini atlatarak varlığını sürdürmeye devam etmiştir: Fransız Devrimi, Haiti Devrimi, Bilim ve Sanayi Devrimi gibi her devrimden, savaştan, dinsel dönüşümden, teknolojik gelişimden ve kültürel çatışmadan sağ çıkmıştır. 20. yüzyıl Rusya’sı buna iyi bir örnektir: İster çarlık ister komünizm, ister Sovyetler sonrası dönemde olsun, kadınlar, ücretli çalıştıkları işlerine ilaveten ‘ikinci vardiya’ gibi ücretsiz çalıştıkları işlerinde, evlerinde, alışverişi ve ev işlerini yapmaya, çocuk bakımının çoğunu üstlenmeye devam ettiler. Bu görevler toplumun çarkının dönmesi için gerekliydi, ancak tüm bunlar kadına, değerli görülüp takdir edilen şeyleri yapması, örneğin ileri eğitim alması veya siyasi faaliyetlere katılabilmesi için zaman bırakmıyordu.”
Wiesner-Hanks anaerkil kültürlere, kölelik uygulamalarına, ‘insanlığın’ (kadınlar hariç!) ilerlemesine sebep olmuş devrim dönemlerine, kimi zaman haritanın az bilinen köşelerine uğrayarak yanıtı tane tane veriyor. Önsözdeki uyarısı, başta tebessüm ettirdiyse de gerçekten de pek çok yerde dudaklarımı sinirle sıkmaktan kendimi alamadım: Kayıtların çoğunun kadınların ikincil konuma itilişlerinin öyküsü olduğunu not edip, “Bu da okuyucu olarak sizi öfkelendirebilir” diyordu yazar. Tarihten kadın hakları hareketi örnekleriyse soluklanmamıza vesile olacak bölümler... En çarpıcı olansa nerede, hangi çağda olursa olsun her türlü yasanın, erkeğin çıkarına uygun şekilde kurgulanmış olduğunu bir kere daha görmek... En bariz örnek; dünya savaşları, bağımsızlık savaşları dönemlerinde hastanelerde, fabrikalarda, cephede rol alan kadınların her şey durulduktan sonra tekrar ikincil konumlarına itilmeleri ve en temel yasal haklarından bile mahrum bırakılmaları...
‘Tarihte Toplumsal Cinsiyet’i edinin, çocuklarınız için kitaplığınızda saklayın. Ara ara duyduğumuz “Zaten hümanizm feminizmi de kapsar” ya da “Sosyalizm gelince kadınların sorunu kalmayacak” tipi şablon (ve komik) lafları dillendirenlere de hediye edersiniz belki. İyi okumalar, dişlerinizi sıkmamaya çalışarak...
TARİHTE TOPLUMSAL CİNSİYET
Merry E. Wiesner-Hanks
Çeviren: Meral Çiyan Şenerdi
İş Kültür Yayınları, 2020
400 sayfa, 30 TL.