Güncelleme Tarihi:
‘İkinci Bahar’ımı yaşadığım şuradan da belli ki, Latin Amerika edebiyatı yeniden göğe koşuyor! Melih Cevdet’in ‘Troya Önündeki Atlar’ı mı olur, İkaros mu, Pegasus mu, yazarların genci, yaşlısı binmişler atlara, göğe doğru bir yarış tutturmuşçasına uçuyorlar! Doğrusu İspanyolca bilmeyi çok isterdim, denedim ama... Neyse yayınevleri çok iyi çevirmenlerle İspanyolcadan çevirtiyorlar uzun süredir.
Başta Notos Kitap, pek çok yayınevi özellikle yeni, genç Latin Amerikalı yazarları bize sevdirirken, Julio Cortazar, Carlos Fuentes, Juan Rulfo ve Marquez ile birlikte anılan Guatemalalı yazar Augusto Monterroso’nun iki yapıtını okudum. Biri ‘Devridaim’ (Türkçesi: Mehmet Sait Şener), diğeri ‘Toplu Eserler ve Diğer Hikayeler’ (Türkçesi: Çiğdem Öztürk), ikisi de Vakıfbank Kültür Yayınları’ndan.
Nasıl buldum? 1921-2003 yılları arasında yaşamış ve yazmış olan Monterroso ile keşke tanışmış olaydık diye hayıflandım! Neden derseniz, İspanyolcadan Türkçeye gelirken bile koruduğu mütevazılığı, keyfi, gülümseyişi, iyiliğiyle, sizden yaşça büyük olmasının yanında asıl önemlisi dostluğu da büyük olan bu yazarı, kitabını açmış da, yazdıklarını tek tek bana okuyormuş gibi bir yakınlık içinde buldum.
“Hayat deneme değil, birçok şey denememize rağmen; hayat hikâye değil, birçok şey uydurmamıza rağmen; hayat şiir değil, birçok şey hayal etmemize rağmen. Hayatın şiirinin hikâyesinin denemesi devridaimdir; evet, devridaim.”
Adları hikâye ama denemediği şey kalmamış Monterroso’nun. Beklemediğiniz halde ve güçlü bir biçimde doğrularla karşılaşıyor ve kendinizi ‘evet, evet’ derken buluyorsunuz. Ve yazarla tanışamamış olmaktan bir kez daha hayıflanıyorsunuz. Üstelik Keats’ın “Dünyada en şiirsellik yoksunu şey şairdir” sözünü hatırlatıp, “Yazarları doğrudan tanımak zararlıdır” demiş olmasına karşın! Ama çok iyimser bir yazar, en çok da bundan sevdim sanırım: “Tanrı henüz dünyayı yaratmadı; onu uykudaki gibi hayal ediyor sadece” diyor. Son iki aydır hiç bu kadar ferahlamamıştım, o zaman biz de yaşıyor sayılmayız, öğrendiğim iyi oldu, oh be!
(Birinci baharımda, 1980’de, Marquez’in ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ı ile Latin Amerika edebiyatıyla tanışmıştım.)
Badem Çiçeği Gibi Yahut Daha Ötesi
Böyle adı olan bir kitap üzerine yazarken, başlık aramaya da gerek yok! Mahmud Derviş yazmış ve Mehmet Hakkı Suçin de Türkçeleştirmişken bir de! Hiçbir şey iç açıcı değilken, nefes açıcı bir kitapla karşılaşmak da badem çiçeğinin yahut müjdenin ta kendisi! Görkemli Arap şiirinin büyük şairleriyle, Arapçadan doğrudan yapılan çevirileriyle ilk kezmiş gibi tanışmanın büyüsünü yaşıyorum bir süredir. Adonis, Muhammed Bennis, Nizar Kabbani ve Derviş gibi şimdiden klasik olmuş şairleri Türkçe söylüyor sanki Suçin.
Filistin davasının ölünceye dek önde gelen sözcülerinden Derviş, Arap şiir coğrafyasını da genişletiyor. Geleneği sürdürürken yeniliyor. 2005’te yayımlanan bu son kitabıyla da bir tür ‘gölge’ şiiri yazıyor. Düzyazıda nasıl şiirin gölgesi varsa Derviş de şiirde düzyazının gölgesinin varlığını övüyor ve şiiriyle Arapçaya özgü o ritmi bir ‘iç müzik’ olarak sürdürüyor.
Derviş’in şiirleri de denemenin çeşitlilik ve zenginliğini taşıyor. ‘Diyalog’ şiirlerinde Nâzım Hikmet’i hatırladım, belki bunlarda da kadın-erkek ve aşk ilişkisi olduğu içindir. Dört bölümlük ‘Sürgün’ ise bir yürüyüş tutturmuş konuşmanın ya da bir konuşma tutturmuş yürüyüşün şiiri.
Her biçimde söylemek istiyor: “Hem yarına hem anılara ihtiyacını/ savunuyorum şairlerin/ Kuşların hem bir memleket/ hem de sürgün yeri olarak/ giydikleri ağaçları savunuyorum.”
TÜYO
At yarışından zinhar anlamam. Anlasam büyük şair olurdum zaten! Bkz. Ülkü Tamer, Mehmet Taner, Ahmet Erhan, küçük İskender... Daha ne olsun! Benden size bir tüyo olsun, Orhan Berent’in ‘Clarke’ın Doru Atları’ (Delidolu Y.) ikinci ayakta benim favorim! Müthiş bir İzmir romanı. İlk romanı ‘Trenler Çıldırırsa’ da çok iyiydi. Ankara dizileri, anlatılarından sonra, İzmir romanları da şahane olur!