Güncelleme Tarihi:
Türkiye, yoğun ve yorucu gündeminin içinde, bir de ‘Mustafa Kemal gündemi’yle meşgul oldu bir süre... Önce ‘tarih’le ilgilendiğini öne süren bir mevkutenin, Mustafa Kemal’in özel hayatını bildik tekke dedikodularıyla ele aldığı ‘kapak konusu’; ardından bu ‘kapaktan esinlenen’ ve dergidekiyle aynı ıvır zıvırı biraz daha ballandıran bir TV programı; bunlarla eşzamanlı olarak hızını alamayıp açıktan sinkafa soyunan bir ‘hoca videosu’... Sonra bu tellalların karakolluk olması, (sanırım cirimleri muhasebe edilerek) kiminin tutuklanıp, kiminin salınıp, kiminin firari duruma düşmesi... Ve tüm bunlar olurken toplumun, basının, siyasetçilerin gösterdiği tepkiler...
Dinci tefekkür için bir tür ‘nostalji’ olan bu ‘Mustafa Kemal hakkında anti-efsaneler’ konusu ne oldu da yeniden, gizlendiği temellerden gün yüzüne çıktı ve yine ne oldu da böyle görülmemiş bir tepkiyle bastırılıverdi?
Belki ilk söylenmesi gereken şu ki bu söylencelerin hiçbiri ‘yeni’ değildir. Türkiye’de 19. yüzyıl ortalarından itibaren görülen, siyaset sahnesinin ‘laik burjuva milliyetçiler’ ve ‘dinci feodal muhafazakârlar’ olarak ikiye bölünmüşlüğü, ulusal kurtuluş savaşıyla birlikte, daha önce görülmemiş keskinlikte bir ‘hesaplaşma’ya dönüştü. Prof. Dr. Bülent Tanör, “Her kurtuluş savaşının özünde açık ya da gizli bir iç savaş da bulunduğunu”(*) söylüyor. İşte bizdeki de bu kapsamda bir hesaplaşma idi ve kazananı, Kurtuluş Savaşı’nın askeri, siyasi, diplomatik ve manevi yükünü üstlenen laik milliyetçiler; kaybedeni ise dinci feodaliteydi. Cumhuriyet devrimi, hem bu ‘iç hesaplaşma’ya mahsuben hem de kendi tarihsel akışının istikameti gereği, geleneksel dinci odaklara karşı amansız tedbirler aldı.
Buna karşı bir tür ‘yeraltına çekilme’ savunması geliştiren İslamcılar ise cumhuriyet rejimine karşı, ikisi de rejimi ‘kişiselleştiren’ ve ‘hedef küçülten’ iki temel itiraz noktası tuttu. Bunlardan ilki yeni yönetimin bir halk egemenliği değil ‘tek adam rejimi’ olduğuna dair, hedefinde Mustafa Kemal’in (ve onun devamı olarak gördükleri İnönü’nün) bulunduğu siyasal argümanlardan oluşuyordu. İkincisiyse, yine başta Mustafa Kemal olmak üzere, hedefinde tüm cumhuriyet kadrolarının ve giderek ‘laik tip’in bulunduğu ‘ahlaki’ söylencelerdi. Bunlardan ilki açık siyasal söylemin nesnesiydi. İkincisi ise toplumla ilişkide, arka odalarda fısıldanan, dilden dile yayılan tabucu kışkırtmalar...
1931-1937 DÖNEMİNDEN KRİTİK YAZIŞMALAR
Bu tartışmalar istim üstündeyken çok ilginç detaylar içeren bir kitap var elimizde. Yapı Kredi Yayınları, Mustafa Kemal’in, 1917 ile 1937 yılları arasındaki bazı kritik olaylar sırasında yaptığı yazışmaları, aldığı notları ya da yaveri Salih Bozok tarafından tutulmuş günlükleri kapsayan ‘Atatürk / Belgeler, Elyazısıyla Notlar, Yazışmalar’ kitabının ikinci baskısını yaptı. Yücel Demirel’in hazırladığı kitap, büyük bölümü Atatürk’ün el yazısı olan ve Yapı Kredi Bankası Arşivi’nde bulunan belgelerden derlenmiş.
MUSTAFA KEMAL’İN TUTTUĞU ‘KENAR NOTLARI’
Kitapta, Mustafa Kemal’in 7. Ordu Komutanı olduğu 1917’de Güney Cephesi’nde anlaşmazlığa düştüğü Alman mareşalle ilgili, dönemin iki önemli ismi Enver ve Cemal paşalarla karşılıklı telgrafları; ‘komünist dergici’ Arif Oruç’la mektuplaşması; Anadolu’ya geçmek istediğini söyleyen ama bir yandan da ’10 bin lira isteyen’ Osmanlı şehzadesiyle yazışmaları gibi çok ilginç belgeler, orijinallerinin yanı sıra günümüz Türkçesiyle de yer alıyor.
Ancak kitaptaki en ilginç kısmı, 1. Meclis’teki ‘başkumandanlık’ tartışmaları sırasında muhaliflerin eleştirileri ve Mustafa Kemal’in bunlara yanıtları oluşturuyor. 1921 yazında cephede durumun giderek kötüleşmesi ve Yunan ordusunun Ankara’ya yaklaşmasının ardından, bir ‘ölüm kalım savaşı’nın kapıda olduğu anlaşılır ve Mustafa Kemal’in Meclis’in tüm yetkilerini üç ay süreyle kullanması anlamına gelen ‘Başkumandanlık Kanunu’ çıkarılır. Kanun, ekim ve şubat (1922) aylarında iki kez uzatılır. Bir tür ‘olağanüstü hal’ olan bu uygulamanın, Büyük Taarruz öncesi üçüncü kez uzatılması için verilen teklifle ilgili 4 Mayıs 1922’de bir gizli Meclis oturumu yapılır ve altı muhalif vekil söz alarak hem bu ‘OHAL’in uzatılması teklifine hem de M. Kemal’e çok sert eleştiriler yöneltir. Bu oturuma rahatsızlığı nedeniyle katılamayan Mustafa Kemal, muhalif vekillerin konuşmalarını tutanaklardan okur ve okuduğu nüshaya ‘kenar notları’ alır.
‘BUNU RED VE İADE EDERİM...’
İşte bu muhalif konuşmalar, Mustafa Kemal’in o konuşma metinlerine aldığı kenar notları ve bu notlar çerçevesinde yaptığı cevabi konuşma çok çarpıcı bir tarihsel belge oluşturuyor. 1922’de, savaşın nihai ve kritik bir aşamasında, iki yılı henüz tamamlamış olan TBMM kıran kırana bir ‘yetki’ tartışması yürütmektedir. Maalesef bugün göremediğimiz bir cesaretle taraflar birbirini kıyasıya eleştirir. Mustafa Kemal’in, Erzurum vekili Hüseyin Avni Bey’in konuşma tutanaklarının yanına aldığı şu not çok çarpıcıdır: “Çok ağır sözler savuruyor: ‘Böyle miskin, böyle zorba adamlar...’ bir defa bunu red ve iade ederim...”
Evet, Hüseyin Avni Bey, istenen yetkilerle ilgili olarak Meclis’te “...böyle miskin adamlar, böyle zorba adamların elinde...” demektedir. Bir yandan da ‘millet’, ‘birey’, ‘güçler ayrılığı’ gibi konularda şaşırtıcı yetkinlikte tartışmalar yürütülür. Kapsam ve içerik açısından halen ‘güncel’ olan bu tartışma ve ‘belgeleri’, sadece tarih meraklılarına değil, bugüne bakanlara ve dedikodunun ötesinde Mustafa Kemal konuşmak isteyenlere tavsiye olunur.
(*) Prof. Dr. Bülent Tanör, “Atatürk: Belgeler, Elyazısıyla Notlar, Yazışmalar” kitabının ‘Bir Savaşın İki Yüzü’ başlıklı sunuş yazısında...
BELGELER, ELYAZISIYLA NOTLAR, YAZIŞMALAR
Haz.: Yücel Demirel
Yapı Kredi Yayınları, 2017
380 sayfa, 28 TL.