Güncelleme Tarihi:
Büyülü gerçekçilik, gerçeği anlatırken masalsılaşan yanıyla bize çok yakın bir tür. Masalı seviyoruz, gerçekle yüzleşmeyi masal üzerinden yapmak hoşumuza gidiyor. Böylece sanki gerçekler daha yenilir yutulur hale geliyor. Üstelik aramızda binlerce kilometre uzaklık olsa da büyülü gerçekçiliğin konu ettiği Güney
Amerika’yla, oraların insanlarıyla aramızda birçok benzerlik buluyoruz. Onlar da yaşamı bir masalmış gibi algılıyor, biz de.
Annesi Venezuelalı, babası Şilili bir diplomat olan ve 1986’da Fransa’da doğan, Fransızca yazan Miguel Bonnefoy, 2019 yılında genç yazarlara verilen Prix du Jeune Écrivain’a layık bulunmuş. 2015’te yayımlanan Le Voyade d’Octavio ile Goncourt Akademisi İlk Roman Ödülü finalistleri arasındaymış. 2017’de yayımlanan Sucre Noir ile Femina Ödülü’ne aday olmuş. 2020’de yayımlanan romanı ‘Miras’ (Hèritage) Fransa’da övgüyle karşılanmış ve pek çok dile çevrilmiş. Sanıyorum ‘Miras’ Türkçede okuduğumuz ilk kitabı. Oysa oldukça verimli ve bol ödüllü bir yazar. Kişisel sitesine bakarsanız şimdiye kadar sekiz eserinin yayımlanmış olduğunu ve neredeyse tüm kitaplarının yabancı dillere çevrildiğini anlıyorsunuz.
MASALLA GERÇEĞİN KARIŞTIĞI BİR ÖYKÜ
Miguel Bonnefoy ‘Miras’ta Fransa’dan Şili’ye göçen bir adamın ailesinin yüzyıllık öyküsünü anlatıyor. Roman 19’uncu yüzyılın sonlarında Fransa’daki bağları amansız bir hastalıkla yok olunca bir cebine sağ kalan son asma kökünü, diğer cebine birkaç frank koyarak Kaliforniya’ya doğru yola çıkan Lazare’nin babasının öyküsü ile başlıyor. Lazare’ın babası o zamanlar henüz Panama Kanalı açılmadığı için Güney Amerika kıtasının en alt noktasından dolaşacak olan uzun bir gemi yolculuğu yapmak zorundadır. Bu yolculukta karahummaya yakalanınca kaptan onu ilk limana bırakır ve geleceğe yönelik planları ve yaşamı tamamen değişir.
Gemiden Şili’nin Valparaíso Limanı’nda inmek zorunda kalmıştır. Pasaport kontrolünde soyadı bir yanlış anlama sonucu Lonsonier olarak kaydedilince yeni bir ülkede yeni bir isimle yeni bir hayata başlamış olur.
Miguel Bonnefoy ‘Miras’ı her bölüme bir kahramanının adını verip onun öyküsünü anlatarak kurmuş. Kahramanların kaderleri birbirlerine bağlanıyor ve Santiago de Chile’deki Santo Domingo Caddesi’nde, üç limon ağacının arkasına gizlenmiş olan evde yaşayan Lonsonier ailesinin nesiller boyu süren öyküsünü okumuş oluyoruz. Bu aynı zamanda hem Şili’nin hem de dünyanın yüz yıllık öyküsüdür.
Bonefoy bize Birinci Dünya Savaşı ile başlayıp İkinci Dünya Savaşı ile süren, nihayet 1973’te Şili’deki askeri darbe ve darbe sonrası askeri diktatörlük yıllarında süren masalla gerçeğin karıştığı bir aile öyküsü anlatıyor.
Conca y Toro Dağları’nı eteklerinde ziraat mühendisi olarak çalışmaya başlayan baba zamanla çok geniş alanlara yayılacak olan bağlarını kuruyor ve başarılı bir işadamı oluyor. Lonsonier, Bordeaux’dan göç etmiş, şemsiye ticareti yapan bir ailenin kızı olan Delphine’le evleniyor. Santiago’daki eve yerleşiyorlar. Bu evde Fransızlardan daha Fransız olan Lazare doğuyor.
Lazare ve iki kardeşi o kadar yurt sevgisi ile dolu ki Birinci Dünya Savaşı başlayınca ülkeleri Fransa’nın saflarında savaşmak için gönüllü oluyorlar. Lazare’yle birlikte savaşı siperlerde yaşıyoruz. Lazare cephede Alman saflarında savaşan komşusu Helmut Drichmann’la karşılaşacak ve hayatının en önemli vicdan muhasebesini yaşayacaktır.
Savaştan canını kurtarıp yaşam boyu kalacak izler ve bunalımlar ve bedensel hastalıklarla dönen, bunalıp kendini ormanlara atan Lazare’nin hayatına Thérèse girer. Evin bahçesine görkemli bir kuş evi inşa edip tüm kuş türlerini yetiştiren Thérèse, Lazare’nin kendini iyi hissedip yaşama sarılmasını sağlar. Thérèse ve Lazare’nin kızları Margot, Şili’de ilk kadın pilotlardan olur ve yine Fransa’nın saflarında İkinci Dünya Savaşı’na katılır. Margot savaş dönüşü babası Lazare’nin geçmişinden gelen bir hayaletle sevişecek ve oğlu Ilario Da’yı doğuracaktır.
Ilario Da 68 kuşağının devrimcilerinden olur, 1973’teki darbenin kurbanı olarak hapsedilir ve ağır işkencelerden geçer. Böylece hem yüzyılın kanlı tarihini tamamlamış oluruz hem de Lonsonier ailesinin Şili’deki öyküsü biter. Margot ve Ilario Da kuşaklar boyu öyküsü anlatılmış, sadece adı bilinen bir amcayı bulup yeni bir yaşama başlamak üzere Fransa’ya doğru kaçarlar.
‘Miras’ masalsı yanı ağır basarak başlayan, sonlara doğru iyice gerçekçileşip trajikleşen, ilginç kahramanları, şaşırtıcı detaylarıyla iyi işlenmiş bir roman. Usta çevirmen Birsel Uzma’nın Türkçesiyle geçen yüzyılın trajik ve kanlı olaylarını anlatarak Atlantik’in iki yakasını birbirine kopmaz bağlarla bağlayan, insanın öyküsünün her yerde aynı olduğu mesajını veren ‘Miras’ bir solukta okunuyor.