Güncelleme Tarihi:
Jocelyne Saucier, 1948 yılında New Brunswick’te doğdu. Université Laval’da siyaset bilimi eğitimi aldı ve 1996’da ilk romanı ‘La Vie comme une ımage’ı yayımlayana kadar gazeteci olarak çalıştı. Romanın topladığı beğeni tatmin ediciydi. Aslında her romanı okuyucular ve eleştirmenler nezdinde aynı başarıyı sağlayacaktı. Ancak Saucier ismini uluslararası alana taşıyan eseri -yönetmen Louise Archambault tarafından 2019 yılında sinema uyarlanan- ‘Gökten Kuş Yağdı’ (2011) romanı oldu. Kazandığı bu başarılara rağmen velut bir yazar olmadı Saucier. 1996’dan günümüze sadece beş roman yazdı. Okuyucuları yeni bir roman için tam dokuz yıl bekleyecek, Saucier beklentileri 2020 yılında yayımlanan ‘Kayıp Tren’ ile karşılayacaktı.
NEDEN?
“24 Eylül 2012’de Gladys Comeau, Northlander’a bindi ve kasaba bile sayılmayan, demiryolları boyunca uzanan küçük bir köy olan Swastika’da bir daha hiç görünmedi.”
İşte bu cümleyle başlıyor anlatmaya. Anlatıcı yakın kasabalardan birindeki lisede İngilizce öğremenliği yapan Gladys’in yolculuğuna tesadüfen tanık olup kendini onun hikâyesine kaptırmış bir adam:
“Gladys’le yolculuğumuz işte böyle başladı çünkü bu, Gladys Comeau’nun Ontario’nun kuzeyindeki ve Quebec’teki trenlerle güneye, batıya, sonrasında doğuya ve en son tekrar kuzeye olan yolculuğunun hikâyesi. Kimsenin herhangi bir şey anlayamadığı ve bu olgun kadının kayboluşunun duyulmasından itibaren bir sürü insanın ilgisini çeken savruk bir hikâye...”
Hikâye yavaş yavaş şekilleniyor. Gladys’in bir School Train’de (Okul Tereni) doğduğunu, 16 harika yıl boyunca orada yaşadığını, yerli bir delikanlıyla evlenerek Swastika’ya yerleştiğini, ancak kocasını 1958 yılında Lake Shore madeninde meydana gelen bir kazada kaybedince kızını tek başına büyüttüğünü ve bütün hayatını intihar takıntılı kızı Lisana’ya destek olarak geçirdiğini öğreniyoruz.
Gladys’in kayboluşunun yankıları arkadaşlarından ve tanıdıklarından daha öteye gitmiş, fakat polis soruşturması açılmamış ve gazetede herhangi bir yazı yazılmamış. Swastika’daki insanlar tam yetkililere kayıp olduğunu bildirecekken Gladys her seferinde başka bir tren hattında görülmüş. Olay bu yüzden daha fazla kurcalanmamış. Öyle ya, kendi hayatından kaybolan, sıradan, borcu harcı olmayan, üstelik yaşlı bir kadının hikâyesiyle kim ilgilenir ki?
İlgilenen tek kişi anlatıcıdır: “İzci ruhlu bir insan değilim, soruşturmaya yönelik özel yeteneklerim de yok veya gizemli olayları çözmek için de yaratılmadım fakat dört yıldan fazla süredir bu olayı çözmek için her şeyimi verdim. Gladys’in rotasından giderek bir şeyler bulmaya çalıştım. Hem onunla daha önceden tanışan hem de yolculuğu sırasında tanışmış olan bir sürü kişiye denk geldim. Belli başlı tren hatlarının kalkış ve varış saatlerini öğrenmek için yaptığım bir sürü telefon görüşmesinden, attığım mesajlardan ve e-postalardan, her detayı iki-üç kez kontrol etmemden, izini kaybettiğim daha doğrusu benden kaçan kişiyi takip edip bulmaya çalıştığımdan bahsetmiyorum bile. Neresinden tutsam elimde kalan bu hikâyeyle dolu dosyalarım ve klasörlerim var.”
Amacı Gladys’i yargılamak veya suçlamak değil, tam aksine parçaları birleştirip onun umutsuzca kuzey trenlerine kaçışını takip ederek her şeyi terk etmesinin arkasında yatan sebepleri bulmak. Gladys için değil, kendisi için yapıyor araştırmasını. Şu soruyu yanıtlamak adına: “Nasıl olur da kaderinde böyle bir macera yaşamak olmayan bir adam kendi hayatının yolunu çizmektense başka birilerinin hayatı içinde yolunu kaybedebilir?”
Okuduğumuz, Gladys’i ve anlatıcısını harekete geçiren nedenlerin hikâyesidir...
OKUL TRENLERİ
Çok sayıda dile çevrilen ve dünya çapında beğeni toplayan bol ödüllü ‘Gökten Kuş Yağdı’da yine yaşlı insanlara, ölüme, nasıl yaşayacağına karar vermeye dair alışılmadık bir hikâye anlatmıştı. Saucier, ‘Kayıp Tren’de de benzer bir hat çiziyor ve edebiyat yoluyla -kendi deyişiyle- hayatın anlamını arıyor.
“Bir romana, arkasında bir evren olduğunu tahmin etmemi sağlayan küçük bir hiçlikle, bir imgeyle, bir izlenimle, bir imgeyle başlarım” demiş bir söyleşisinde. ‘Kayıp Tren’i yazmaya iten ise ‘Gökten Kuş Yağdı’ romanını kaleme alırken yaptığı yolculuklar sırasında trende rastladığı “Küçücük, sıska ve yolculuk sonuna kadar hareket etmeyen yaşlı bir kadın” olmuş. Yaşlı kadın ve Okul Trenleri’nin çağrışımlarıyla kurmuş ‘Kayıp Tren’in evrenini: “Gladys’in kuzeyde çok olduğu gibi güçlü, iyimser, çılgınca bir kadın olmasını istedim. (...) Ama kendime onun gücünün nerede olduğunu, mutluluğa olan inancının nereden kaynaklandığını sordum. Cevap, Okul Trenleri’nin bir çocuğu olmasıdır! Karşılaştığım Okul Trenleri’nin tüm eski zamanlayıcılarında gözlerin derinliklerinden parlayan bir şey var.”
Jocelyne Saucier, Kuzey Kanada’nın vahşi doğasına serpiştirilmiş ıssız kasabaların sakin ve sessiz insanlarının hayatlarını Gladys ve -bizim Köy Enstitüleri’ne benzeyen- Okul Trenleri ile keşfediyor.
Anlatıcı, Gladys’in yolculuğunun hem yakınlarını hem yabancıları nasıl etkilediğini ortaya çıkarmak için Gladys’in adımlarını dört yıl boyunca takip eder. Aynı trenlere biner, eski arkadaşlarına ulaşır, yaşlı kadının doğduğu kasabaya gider, bir zamanlar Okul Trenleri’nde eğitim görmüş arkadaşlarının arasına katılır. Gladys’in, kendisinin, diğer karakterlerin hayatlarının anlamını kavramayı önüne koyan bu keşif gezisi bireylerin karakterleriyle, yüzeye çıkan eski anılarla, Kuzey’deki geçmişle, hikâyeler ve anekdotlarla tamamlanacaktır.
Kayıp insanlar merak duygusunu daha baştan uyarma potansiyeliyle polisiye/macera yazarlarının çok sevdiği temaların başında gelir. Hele ki mekân trenler olduğunda polisiyelerin bir başka çekiciliği vardır. ‘Kayıp Tren’ polisiye değil ama gerek trenlerde kaybolan yaşlı bir kadın gerekse de onun akıbetini araştıran bir amatör ‘dedektif’ figürüyle Saucier, polisiye roman kalıplarını başarıyla kullanarak anlatısına büyük bir akıcılık sağlıyor.
Trenler ve trenle yapılan seyahatler olay örgüsünün kuşkusuz lokomotif gücü. Jocelyne Saucier’in yazma tarzı bile sanki bir trenin hareketlerini taklit ediyor; sade, süssüz, görünüşte telaşsız ama yine de hiç durmaksızın ilerliyor. Sonlara doğru, anlatıcının roman yazma serüvenini de kapsayan anlatının özü, ‘doğruları koruyacak olan hikâyeyi’ aktarmak...
Trenlerin asıl rolü romanı farklı katmanlara taşımak; unutulmaya yüz tutmuş bir tarih, sessizlikle kuşatılmış kasabalar, nostalji duygusu, arkadaşlık ve dayanışma, yaşlılık, anne-kız ilişkisi ve hepsinden önemlisi mutluluk gibi temalar öne çıkıyor.
“Evet, bu roman mutluluk arayışını ele alıyor” demiş sözünü ettiğim söyleşisinde Saucier, “Toplumumuzda, özellikle Kuzey Amerika toplumunda, mutluluğun, mutluluk arayışımızın zulme dönüştüğünü hissediyorum. Mutlu olup olmadığımızı sürekli merak ediyoruz. Bu yüzden sık sık mutlu olmadığımız sonucuna varıyoruz. Ama “mutlu olmamak” mutlaka mutsuz olduğunuz anlamına gelmez”. İşte bu fikriyattan hareketle mutlu olup olmadığını sorgulamayan, her daim iyimser, direngen ve dirayet sahibi, kısacası ‘hayatın doğru tarafında doğmuş’ Gladys karakterini yaratmış. Gladys’in bir sözü ile bitirelim:
“Mutluluğu bildiğiniz zaman, bunun artık mümkün olmadığına inanmak imkânsızdır.”