ERAY AYTİMUR erayaytimur@yahoo.com
Oluşturulma Tarihi: Şubat 09, 2018 13:03
Yeni dörtlüsüyle ‘The Art of Time’ albümünü yayımlayan caz sahnesinin başarılı ismi Elif Çağlar, “Bu albümde ilk kez modern çağ ilişkileri, kalp kırıklıkları, bekleme ve özleme gibi gönül meselelerini yazdım” diyor.
Elif Çağlar’ı Bağdat Avenue’den beri heyecanla takip etsem de onu gerçekten tanımam fi tarihindeki ilk söyleşimizin 10’uncu dakikasında vuku buldu. Yıllarca hayalini kurduğu, o güne kadar olan ömrünü adadığı ilk göz ağrısı ‘m-u-s-i-c’ için konuşmayı erteleyip o sırada hasta olan babama reiki göndermeye koyuldu. İşte o andan sonra, artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı... Müzik olsun olmasın, ağzından çıkan her kelimeyi hayranlıkla takip ettiğim, yazılı-sözlü tüm sohbetine fazlasıyla güldüğüm, koca saçlarımızdan mütevellit birlikte ‘Big Hair Duo’ kurduğum ‘Elo’cuğumla yeni albümü ‘The Art of Time’ üzerine konuştuk.
Bir süredir grup müziğine konsantresin. ‘The Art of Time’ albümünde de Çağrı (Sertel), Volkan (Hürsever) ve Ediz’le (Hafızoğlu) enikonu bir grup olmayı kutluyorsunuz. Çağrı ve Ediz eski yol arkadaşların. Peki Volkan bu gruba performans ve kimya açısından nasıl dahil oldu?
Aslında herkes yaklaşık zamanlarda birbirini buldu ve getirdi diyebiliriz. Ediz ve Çağrı’nın zaten sık çaldıkları bir kontrbasçı Volkan Hürsever. Caz müzisyenleri biliyorsun ki bir noktada birbirlerine denk gelir ve çalarlar. Bizler denk geldiğimiz konserlerde öyle lezzetli çalıp keyifli bir atmosfer yakalamaya başladık ki, doğal şekilde beraber çalmaya daha heves eder ve daha birlikte hareket eder olduk. Tüm kadro organik şekilde bir gruba evrildik yani.
Albümün ismi Andrew Burashko’nun disiplinlerarası açık fikirli sanatçıları buluşturan Art of Time Ensemble kolektifini anımsatıyor. Senin için zamanın sanatı ne, zamane sanatıyla nasıl ayrışır?
Bu albümde ilk kez modern çağ ilişkileri, kalp kırıklıkları, bekleme ve özleme gibi gönül meselelerini yazdım. Zamanın sanatı da, bekleyerek işlediğimiz hayatlarımız, hayat hikâyelerimiz, renklerimiz, başarılarımız ve hayal kırıklıklarımız. Hepsi birer sanat eseri gibi paha biçilmez. Albüm başlığı özeti budur. Ama zamane sanatına gelecek olursak, bambaşka bir durum tabii. Zamane sanatı epey geniş bir kavram, sınırlar iyice birbirine girdi, ne sanat ne değil konusunda. Ben de epey geniş bir yorumla diyeyim ki içtenlikle güzeli, emek ve vizyon içereni, her çağda ayrılıyor ve ilham vermeye devam ediyor.
Aynı isimli parçaya da gönderme olsun, yıllar içinde zamanla ilişkin nasıl değişti?
Zaman, şehir hayatının acımasız bir parçası. Zamansızlıkla aynı anlama dönmüş çünkü; bulamıyoruz, var olanı güzel değerlendiremiyoruz mecburiyetler peşinde koşturmak zorundayken. Benim de ilişkim önceden hasret doluydu. Bir şeylerin hep zamanın içinde yitip gittiği kısmı hüzün ve panik verirdi sıklıkla. Şimdi öyle hissetmiyorum. Yitip giden de, kalan da, gelecek olan da döngünün parçası, zaman olmasa dönmez o döngü. Kontrol etmeye çalışmak imkânsız. Barışmak lazım.
Bu albümdeki parçalar klasörlerde uzun süredir bekliyor muydu yoksa çoğunluğunu bir anda gelen bir riff’in üzerine dökülen sözler ve melodiler mi oluşturuyor?Çoğunluğu son dönemlerde yaptığım şarkılar ama ‘Plate’, ‘A Sad Melody’ ve ‘Locked’ uzun zamandır bekliyorlardı. Önceki albümlerde de böyle bir araya gelmeler olmuştu. Bu süreç her zaman çok hoşuma gider albüm için şarkı seçerken. Birçok eski bekler, yeniler yazılır, o esnada bazıları birbirini tamamlar, birlikte başka bir hikâye oluştururlar. Tamam dersin, bunlar bir albümde birlikte olmalılar...
Bu albümün bence özerk parçası ‘Plate’, içişlerinde serbest, dışta ‘The Art of Time’a çok yakışıyor. Neden bu duyguyu veriyor?‘Plate’, 2005 yılında yazıp Myspace’e koyduğum ve kendince bir dinleyici kitlesi edinmiş elektronik bir şarkı aslında. Hatta o dönemden beri takip edip, destek veren dinleyiciler oldu bu şarkı sayesinde. Yıllardır söylemek istedim ama akustik versiyonuna hazır da hissedemedim bir yandan. Bu kez ilk sıralardaydı ‘Plate’ albüm şarkılarını seçerken, kendiliğinden geldi, ‘Hazırım’ dedi! Hüznü kırpılmamış, acısı çok net şekilde anlatılmış bir ayrılığa gidiş hikâyesi. Tarz olarak yine göz kırptığı yerler var caz dışı, o da başka bir boyut katıyor. O yalınlığına ve farklılığa bağlıyorum verdiği hissi. Çok mutlu oldum böyle hissetmene...
Hem söz ve kompozisyon hem de performans açısından albümde tatlı bir özgürlük hissediliyor. ‘A Sad Melody’ üstüne ‘Delicate Calculations’a geçmek bir tökezleme değil serbestlik hissi veriyor mesela.Parçaların sıralaması tam olarak o serbestlik hissini versin, dinleyiciyi farklı yerlere akıcı ve doğal şekilde götürsün diye yapıldı, sevindim öyle hissetmene. Parçaların oluşumuysa çok farklı zaman dilimlerine yayılıyor. Sürekli yazdığım için bir albüme özel hazırlanmıyorum. Ama albüm yapma imkânını toparlayınca, ki biliyorsun bağımsız müzisyenler için zorlu bir süreç demek. Direkt söylemeyi, paylaşmayı çok istediğim, birbirleriyle hem aynı çatıda hem de bağımsız tınlayan şarkıları seçmeye girişiyorum. Yeni parçalar birden eskilerden de çağırıyor, listeye onlar da giriveriyor. Tüm bu esnada ruh halim, daha inançlı, daha huzurlu ve sakindi eski albüm süreçlerine göre, güzel bir değişiklik oldu.
‘Misfit’ten bu yana bazı kavramları ‘kör kör parmağım gözüne’ demeden ama yüksek sesle vurguluyorsun; isyan etmenin gücü, büyümenin getirdiği çürüme, sadelik ihtiyacı, hayallere daha sıkı tutunmak gerekliliği.. ‘We had moons and stars’ da bunlara bir ağıt gibi...‘We had moons and stars’ı aslında bir ayrılık şarkısı olarak yazdım. Ama sadece sevgisini değil hayata karşı inancını da yitiriyor şarkıdaki karakter. Bence albümün arabesk şarkısıdır bu. Bunu yazarken heyecanlıydım aslında, o ağıt hissiyatı bana da geldi, parçanın gidişatını anladım. Şarkı yazarken karakterin moduna giriyorsunuz ister istemez. Ama burada madem yazım kısmından konuşuyoruz şöyle bir parantez açayım: Mutluyken mutlu şarkı, hüzünlüyken acı şarkı yazılır, şarkı yazmak için karanlık bir yerlere gitmek gerekir gibi yazma stilleri açıklamalarını çok kişisel buluyorum. ‘Bence’ demeyi öğrenmek lazım. Çünkü mesela ‘bence’, sadece başından geçenleri yazmak, empatiye ve başka hikâyelere kapalı olmak diye bir durum yok. Güzel bir başlangıç noktası yakaladıysam, tek ihtiyacım olan konsantrasyon. Kafamda karanlık yerlere gidip yazdığım şarkı da elbet oldu ama hep öyle bir yazım sürecim yok çok şükür.
Elif Çağlar Quartet, 28 Şubat’ta Soho House İstanbul’da sahneye çıkacak.