Güncelleme Tarihi:
Aynı adlı romanınızdan uyarladığınız ödüllü filminiz ‘Kerr’ vizyona girdi, aynı isimli serginiz de İstanbul Concept Gallery’de devam ediyor. Filmin resimsel olarak tezahürü değil ‘Kerr’ sergisi ama yarattıkları atmosfer anlamında bağlantı kurmak mümkün. Kavramsal olarak serginin arkasında nasıl bir motivasyon var?
Bu sergide eskiden yaptığım resimleri tekrar yaptım. Bazıları eski resimlerin üzerine yeniden boyadıklarım. Bir de zihnimde dans edip duran, geçmişten dönüp dolaşıp tekrar gelen figürler var; Mandrake, Abdullah, meçhul askerler... Neticede kelimenin anlamına yaslanan bir sergi oldu. Her şeyin tekrarlandığı bir hayatı işaret eden resimler...
‘Kerr’, mükerrer, tekrar, tekerrür kelimelerinin kökü. ‘Kerr’ romanı da aslında 2002 tarihli ‘Kayıp Şahıslar Albümü’nün yeniden yazımıydı. Önceki sergilerinizden aşina olduğumuz askerler, paşalar, fesli adamlar, kuşlar ‘Kerr’de de karşımıza çıkıyor. ‘Tekrar’ı sanatınızın merkezine yerleştirmenizin nedeni ne?
Her şeyin tekrarlandığına dair bir hakikat olduğuna inanıyorum. Bunun huzursuz edici bir yanı var gibi dursa da içinde bir ’tekamülü’ taşıdığı sürece determinist manası da eriyor bence. Tekrarın manasızlığını kıran, biten ‘ben’in başlayan ’ben’den farkı. Yaptığım işler de bu minvalde. Filmlerim nasıl başlıyorsa hemen hemen öyle de bitiyorlar. ‘Kerr’ romanı ile ’Kayıp Şahıslar Albümü’nün başı ve sonu da tamamen aynıdır. Hayat da böyle bir şey.
Bazı romanlarınızı yeniden yazmak ya da bazı resimlerinizi yeniden yapmak... ‘Tekrar’da daha iyisini yapmak motivasyonu da var mı?
Tekrar varsa bu bir gelişmeyi de içinde barındırıyor olmalı. Çelişki gibi görünen de bu; hem her şey aynı hem de hiçbir şey aynı değil; çünkü onu tekrarlayan yeni bir ‘ben’. Yönetmen olarak, yazar olarak, ressam olarak bitirdiğim her ne varsa onu arkamda bırakıp dönüp ‘yeni’ işe başlıyorum. Çabam bu sefer daha iyisini yapmak üzerine kurulu. Yaptığım daha öncekileri de içeriyor ama onlardan daha iyi olma gayretini de saklıyor içinde.
Serginin en dikkat çeken eserlerinden biri ‘Çılgın Kalabalık’ adlı devasa desen kolajı. Bu resmin hikâyesi...
Kalabalıklar uzun süredir tekrarladığım bir tema. Bu kolajda daha önce ufak tefek yapıp bir kenara koyduğum desenlerden büyük bir resim oluşturdum. Bir kısmını da yeni yaptım. Yaşadığımız hercümercin, mana veremediğimiz ne varsa onun resmi diyelim.
Bir de 20. yüzyılın önemli ressamlarından Max Beckmann’ın portresini yaptınız. En sevdiğiniz ressamlardan biri mi Beckmann?
Öyle. Yaptığı resmi çok ilginç buluyorum; onun sarkazmı, içinde dolaştığı hikâyeler çok dikkat çekici. Tuhaf, iğneleyici bir humoru var. Bu manada bizim Cihat Burak’la bir akrabalık da kurulabilir belki. Beckmann, sürekli tekrarlayarak kendi portrelerini yapmış. Sergideki onun gençlik otoportresine yaşlılık suretini yerleştirmem üzerine.
Bazı portreler neden ‘dil çıkarıyor’ bize?
Hep öyle olageldi. Uzun bir mevzu; bunun ‘kötülük’le alakalı olduğunu söyleyip geçeyim.
Babasının cenazesi için geldiği kasabada bir cinayete tanık olan ve orada sıkışıp kalan Cezmi Kara’yı izliyoruz ‘Kerr’de. İlk kez bir romanınızı filme çektiniz. Sizi ‘Kerr’e yönlendiren ne oldu?
Sözünü ettiğim gibi ‘Kerr’ romanı ’Kayıp Şahıslar Albümü’ kitabının bir tekrarı. Onda cinayeti gören şahıs polise gitmek yerine gelen trene atlayıp kaçar. ‘Kerr’de polise gidiyor. Romanları yazarken tahayyülümde çekiyorum zaten; neticede sadece benim gördüğüm bir film olarak kalıyorlar. ‘Kerr’ başkalarına da görünmek istemiş olmalı. Eco’nun dediği gibi yazarların olduğu kadar eserlerin de kendi niyetleri vardır. Onun da böyle bir niyeti varmış demek ki!
Tayfun Pirselimoğlu’nun ‘Kerr’ başlıklı sergisi 14 Mayıs’a kadar İstanbul Concept Gallery’de.