Güncelleme Tarihi:
Asmalımescit’te, bilmeyenin hiç öyle ‘Aa, burada böyle bir yer varmış, gireyim de bakayım’ demeyeceği sadelikte, müdavimininse ‘bitmese de gitmesek’ dediği sıcaklıkta bir mekânın, 9 Ece Aksoy’un sahibi, aşçısı, garsonu, kaptanı, her şeyi Ece Aksoy’un ilk öykü kitabı ‘Yemekte Rüzgâr Var’, geçen ay Doğan Kitap’tan yayımlandı. Kitabı yayına hazırlayan kişi, Ece Aksoy’un yakın dostu, gazeteci yazar Yıldırım Türker. Öykülerini okurla bir kitap aracılığıyla buluşturması konusunda Aksoy’u cesaretlendiren kişi ise Milliyet Sanat Genel Yayın Yönetmeni Filiz Aygündüz. Bu isimler önemli, çünkü Ece Aksoy, şahane salatalar, mevsiminde bulup kavurduğu otlar, el açması börekler ve minicik dolmalarla uğraşır, çarşılarda pazarlarda mutlu mesut dolaşırken yıllar evvel içini hoplatan ‘yazar olma’ hevesini neredeyse unutmuş. İstanbul’a ilk geldiği zamanlarda Edip Cansever’e okuması için verdiği bir şiiri, Cansever tarafından pek öyle coşkuyla karşılanmayınca, küsmüş. Halbuki, kitabı okuyunca göreceksiniz, kendisi çok iyi bir yazar. Üstelik öyle işi mekân işletmeciliği olup bir heves yazı yazan biri filan gibi değil, dört başı mamur bir öykücü. Bu kadar zaman kendisini nasıl olup da mutfağa kapatmış, kuruyan bamyalara, kızaran domateslere, pişen ekmeklere bakarken kaleme aldığı insan hikâyelerini nasıl öyle susmuş, bilmiyorum. Daha ilk öykü ‘Kayaya Eklenen Ahtapot Kolu’ndan başlayıp ‘Ev Kokusu’nda, ‘Kaymakam’ın Evi’nde, ‘Hayalini Yenile’de, ‘Teyze Evi’nde, ‘Pembe Karanfilli Yeşil Kutu’da insanın burun kökünü de, kalp kökünü de sızlatan derin bir kurgu gücü, görmüş geçirmiş, acı da çekmiş neşe de tatmış insanlara has bir bilgelik ve iyi bir okur olduğunu hissettiren zengin bir dil saklı.
SESLER, RÜZGÂRLAR, DENİZLER, TUZLAR
Ece Aksoy iyi bir okurmuş hakikaten de. Çocukken en büyük hayali İstanbul’a gelip Edip Cansever, Turgut Uyar gibi şairlerle tanışmakmış. Ama, 11 yaşındayken babasını kaybedince hayallerine perde çekip çalışmak zorunda kalmış. Belediye’de çöpçülere vardiya yazmak ve sigorta acenteliği gibi birkaç iş yaptıktan sonra 20 yaşında İstanbul’a gelmiş. Yazarlarla, şairlerle tanışmış, sanatçılarla yakın dost olmuş, Arnavutköy, Kuruçeşme, derken işte Beyoğlu’nda İstanbullu entelektüellerin dolma yemeye de, muhabbet edip dinlenmeye de, dedikodu yapıp dans etmeye de gittiği mekânları işletmiş. “En çok mutfakta mutluyum” dese de bence masasına oturup öykü yazmak için eline kurşun kalemini aldığında, en az tahta kaşığını almış kadar heyecanlanıyor o. Yoksa, lezzeti yemeklerini de aşan bu öyküleri yazamazdı. Öykülerinde küçük yerlerde yaşayan sıradan insanların doğayla, hayvanlarla, bitkilerle ve yaşamın güçlükleri ve güzellikleriyle kurduğu ilişkileri anlatırken, karakterler aracılığıyla yemek tarifleri de veriyor Aksoy. Çoğunlukla Ege yemekleri, zeytinyağı ve otlar, mis kokulu sebzeler ve tabii hiç duyulmadık, bilinmedik yöresel tatlar başrolde. Devşotk mesela, ağız yakan demekmiş. Zeytun Nene’nin en sevdiği tatlı oymuş. Tarifini merak ederseniz 143. Sayfada bulursunuz. Her bir sayfada daha ne tatlar, ne ince ayrıntılar, ne kokular, sesler, rüzgârlar, denizler, tuzlar, çakıl taşları, ekşiler, acılar bulursunuz.
O, yarattığı Ece Aksoy markasıyla mutlu ve güçlü biliyorum ama bundan sonra ekmekler kabarır, güveçte fasulyeler dinlenirken, herkes karnını doyurup neşelenir, sonra evine gidip uyurken olsun yazsa... Hep yazsa... “Yazar Ece Aksoy aynı zamanda 9 Ece Aksoy’un da sahibidir” dense...
Yemekte Rüzgâr Var
Ece Aksoy
Doğan Kitap, 2017
203 sayfa, 19 TL