Güncelleme Tarihi:
Yaklaşık bir ay sonra Halikarnas Balıkçısı’nın ölüm yıldönümü: 13 Ekim 1973’te kaybetmişiz asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı olan bu ünlü, değerli yazarı. Ünlü diyorum ama , Halikarnas Balıkçısı bugün ne kadar tanınıyor, okunuyor, tam bilemiyorum.
Değerine gelince, değişik görüşlerle baş başa kalmış bir değer: Cevdet Kudret büyük emek ürünü antolojisinde (‘Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman’, Kapı Yayınları) biraz kaygılı yaklaşır Halikarnas Balıkçısı’na ; dilde, anlatımda savruk bulur : “Denizin ve deniz çevresindeki doğa güzelliklerinin şairaneliğe kaçmadan, edebiyat yapmadan, düz bir anlatımla verilebileceğini yazarın düşünmemiş dahi olduğu anlaşılıyor.”
Cevdet Kudret’in bu saptamasından yıllar yılı uzak durdum. Çünkü Halikarnas Balıkçısı ‘Gülen Ada’yı (1957) okuduğum günden beri, benim için, düz yazımızdaki o ender şair-düzyazıcılardan biri oldu. Düz bir anlatımı gereksinmiyordu ama coşkun bir anlatımla okuru alabildiğine sarmaktaydı…
Cevdet Bey antolojisine bir tek ‘Aganta Burina Burinata’ (1946) romanını almış, Halikarnas Balıkçısı’nın hikâyelerinden söz açmamış. Oysa, yine bence, Halikarnas Balıkçısı çağdaş edebiyatımızın en güçlü hikâyecilerinden biri; ‘Gündüzünü Kaybeden Kuş’u hatırlıyorum da…
Necatigil daha insaflı : “İçinde yaşadığı, en küçük ayrıntılarına kadar bildiği hür ve asî denizi, kaderleri denizin emrinde balıkçıları, dalgıçları, sünger avcılarını ve gemicileri zengin bir terim ve mitologya hazinesinden güçlenerek, denize karşı sonsuz bir hayranlıktan gelen şiirli, yer yer aksayan, ama sürükleyip götüren bir anlatımda (…)”
Aksayan! Acaba Halikarnas Balıkçısı’nın yazarlığında neydi o aksayan? Bunu da yıllarca kendi kendime sordum. Büyüğüm Necatigil’e hiç sormadığıma, soramadığıma şimdi pişmanım.
Fethi Naci ‘100 Yılın100 Romanı’nda şöyle saptıyor: “Denizin güzelliği, insanların güzelliği, iyiliği… Ve insanların çirkinliği, kötülüğü ! Güzellikle iyiliği, çirkinlikle kötülüğü yazmasa deli olur Halikarnas Balıkçısı! Onu yazma eylemine iten budur; yoksa roman kurgusuymuş, romana özgü hareketler yaratarak bu hareketler içinde kişilerini geliştirmekmiş, umurunda değildir.”
Bence umurundaydı. İnanılmaz güzellikte hareketler de yaratmıştı; yalnızca ‘Gülen Ada’ dediğime kanıt. Bu kısa öyküde, Bodrum’un açıklarındaki adsız sansız bir ada, önce öykü anlatıcısının ‘karasevdalısı’ olarak karşımıza çıkar, sonra yaklaşan kötülüğe o cansız sandığımız deniz rüzgârlarıyla, dalgalarla, dalgaların fışkırış sesleriyle birleşerek karşı koyar. Sonunda da büsbütün canlanıp, dirimler kazanıp gülmeye koyulur…
1970’lerin ortasında ‘Her Gece Bodrum’u yazmaya çalışırken okumuştum ‘Mavi Sürgün’ü (1961). Bir anı kitabıydı. Ne var ki, Halikarnas Balıkçısı bir yandan da, bütün acılardan sonra doğayla, ancak doğadaki güzelliklerle şifa bulabileceğimizi dile getiriyordu. Bütünüyle erden bir doğayı inanılmaz güzellikteki tasvirlerle yaşatmıştı.
‘Merhaba Akdeniz’de (1947) yer alan ‘Gündüzünü Kaybeden Kuş’ bir miho kuşunun acımasızca vuruluşunu siz de yaşıyormuşçasına, oradaymışsınızca, hatta o miho sizmişçesine yansıtır. Bir okundu mu, asla unutulmayacak hikâyedir!
Bir roman, bir çeviri
Patrick Deville’in ‘Viva’sını Orçun Türkay’ın çevirisinden okuyorum (Can Yayınları). Gerçek kişilerden yola çıkmış ‘Viva’yı Orçun Türkay özençle dilimize kazandırmış. Dipnotlarda, gerekli göndermelerle, Deville’in andığı eserlere çağırıyor okuru, dilimize de kazandırılmış bu metinleri tek tek anarak.
‘Viva’ 1930’ların sonundaki Meksika’da Troçki’yi, karısını, unutulmaz ‘Yanardağın Altında’nın yazarı Malcolm Lowry’yi, Bréton’u, Artaud’yu, Paz’ı hep bir arada yaşatıyor; romancının kendine özgü yapılandırmasıyla. Hem geçmiş, hem şimdiki zaman iç içe. Hem geçmişte yaşanmış olanlar, hem romancının şimdiki gözlemleri.
‘Viva’yı çok severek okuyorum; bir yandan da Sinan Fişek’in o güzelim ‘Yanardağ Altında’ çevirisini boyuna anıyorum…