Güncelleme Tarihi:
Haldun Taner’i tanımış olsaydınız, günlük yaşamın ironisini nasıl keşfettiğini ve bunu hem gündelik hayatında hem eserlerinde nasıl kullandığını hayranlıkla görürdünüz.
İroni, zekâdan yoksunsa çekilmez bir zevzekliğe dönüşür. Haldun Taner gibi keskin zekâlar ise ironide erişilmez noktalara ulaşırlar. O, Türk edebiyatında ironinin, başka deyimle ince kıyım mizahın ustalarındandı.
Öykülerinden tutun (neredeyse bugünü gören) gazete yazılarına kadar bütün ürünlerinde edebiyatla zekânın valsine tanık olursunuz.
Her yerde, her zaman; üstün gözlem gücüyle insana dair derin gerçekleri keşfeder, gösterirdi.
Cağaloğlu’nda Milliyet gazetesinin önünden taksiye biner, buluştuğumuz Markiz Pastanesi’ne gelirdi. Yol boyunca şoförle kurduğu diyalog, hem sohbetimizin giriş konusu hem bir öykünün iskeletini oluştururdu. Çünkü kısa sürede taksiciyle dost olurdu… Taner’in sahte vakardan uzak bilge bir kimliği vardı. Herkesle dostluk kurmanın alçakgönüllülüğü onun üstün vasıflarından biriydi. Yazılarını Karaköy iskelesinin karşısındaki gide gele dost olduğu işkembeciye bırakırdı...
Bir keresinde Tünel’in başında rastlaşmıştık. Pastaneye ilerlerken bir yazar dostumla karşılaştık. Meğer ikisi tanışmıyormuş, onları tanıştırdım. Üçümüz birden Markiz’e geldik. Yazar dostum, burjuvaların devam ettiği bir mekân olarak saydığı bu pastaneden hoşlanmadığını içeri girer girmez söyledi.
Haldun Taner, belki de onun bu tavrı üstüne, Tünel’de karşılaşır karşılaşmaz bana aktardığı, taksi şoförünün anlattığı hikâyeyi ona anlatmamı istedi. Öykü bolca erotik sahne içeriyordu. Sanırım dostum hiç keyif almamıştı…
Haldun Taner’in bilgiçlik taslayanlara karşı davranışı çok hoşuma giderdi. Adeta Molyer’den bir sahne gibi seyrederdim tavırlarını.
Olumsuz, kaba, haddini bilmez kişileri “üç Hı..” prensibi ile tanımlardık. Meraklıları argo sözlüğünden bu üç ‘Hı…’nın ne olduğunu bulabilir.
Gelelim yazının özüne. Günlük yaşamın ironisi demiştim söze girerken. Ben, saate bakmadan saatin kaç olduğunu, bilmeyi ondan öğrendim.
Haldun Taner hem cep saati hem de kol saati kullanırdı. Ancak gün içinde herhangi bir sırada saat kaç diye sorardı. Tahminimi söylerdim.
Aslında birkaç saat önce saatine bakmış olan Haldun Taner, aradan geçen zamanı kestirirdi. Bu bir nevi zihin jimnastiği idi. Hiç yanıldığını görmedim. Günlük saate bakmayı bile eğlenceli bir oyuna çevirmişti.
Bu zaman/zihin jimnastiğine öylesine alıştım ki, gündelik yaşamımda saatime bakmadan çevreye sorarım. Alışkanlığımı kaybetmeyeyim diye. Kimi zaman etrafım saate bakmadan doğru zamanı nasıl tahmin ettiğimi sorduğunda Haldun Taner’den öğrendiğimi söylüyorum.
Onu, günlük yaşamın ironisini keşfeden yazarı, her gün anıyorum.
Umarım bu yazı bir büyük ustayı yeniden okumaya vesile olsun.