Güncelleme Tarihi:
Beklenmedik bir yerde bir sanat kolektifi, HAH. Büyükdere Caddesi’nin kenarında, Garanti gökdeleninin dibinde, yıkılmak üzere bir apartmanın bahçe katında, bir zamanlar ofis ve dershane olarak kullanılmış bir daireyi ‘yasal olarak işgal eden’ altı sanatçının bir araya geldiği bir sergi mekânı.
Dairenin bahçesinde ilk karşınıza çıkan iş, Sevgi Aka’ya ait ‘İkinci Şans’. ‘İş’ olduğunu anlamak için ekipten Murat Yıldız’ın açıklaması gerekiyor. Çünkü aslında burası, şehirlilerin kendilerine yarattıkları ‘tasarlanmış cennet’ örneklerinden herhangi biri gibi görünüyor. Ancak bu sıradanlık nedeniyle, çok akılda kalıcı. Yeşil bir yer döşemesi, sarmaşıklar, bir hamak ve köşede yapay bir şelale... ‘İkinci Şans’, beton yığını mahallelerin içinde, gürültülü otobanların kenarında, sitelerde yaşatılan tasarlanmış cennetleri akla getiriyor.
‘HAH, İŞTE!’DEKİ ‘HAH’
Sevgi Aka, Murat Yıldız, Ayça Telgeren, Ahu Akgün, Gizem Karakaş ve Defne Tesal’dan oluşan grup; bir araya geldiklerinde ‘umursadıkları konular üzerine’ konuşan bir grup arkadaşmış. “İşlerimiz hakkında konuşmaya dair bir açlığımız vardı. Bunu ciddiyetle ele alalım ve masaya oturalım, dedik. Her perşembe bir araya gelip, kendi yaptığımız işler üzerinden kendimizi anlatmakla başladık. Günün sonunda da beraber üretme egzersizleri yaptık, kendimizce oyunlar ürettik ve çok hoşumuza gitti” diye anlatıyor Ahu Akgün.
Kolektifin ismi uzun arayışlar sonunda, ‘Hah, işte!’deki ‘HAH’ olmuş.
“Biz her hafta buluşmaya zaten çok gönüllüydük, sonra aşama aşama konuklarımız geldi, onları dinledik. Murat ve Defne’nin toplantılarımızı yaptığımız Kalamış’taki evi kentsel dönüşüme girdi. Biz de yıkılana kadar buraya girdik. Burası aileme ait ve yıkılmak için gün sayıyor. Derken, sergi mi yapsak dedik ve sergi oldu. Her şey birbirine vesile oldu aslında ve serginin ismi de oradan geliyor.”
Aidiyet/hafıza/mekân
Onları mekândan mekâna sürükleyen sebepler, aynı zamanda Vesile’nin temasını da belirlemiş:
'AİDİYET, HAFIZA, MEKÂN'
“İlk geldiğimiz gün, buranın bir ofis mekânı olması bizi bir parça tereddüde düşürdü” diyor Ayça. “Burayı nasıl bir atölye veya sergileme mekânına dönüştürürüz diye kaygı ile bakınırken; Murat, ‘Dokunmayalım, var olan izleri takip edelim. Biz de yerimizden edildik, buradaki insanlar da...’ diye bir öneri getirdi. Bu da biraz rahatlattı bizi. Sonrasında, şekeri fazla kaçırmış ve ne yapacaklarını bilmeyen çocuklar gibi, mekâna daldık.” Nitekim Murat, girişteki duvarlarda gördüğü geçmişe dair izleri (çatlaklar, masa çarpmaları, sürtmeler, ayak izleri vs.) silmek yerine, üstünü boyamayı tercih etmiş.
Dolapların içlerini sökmüş, içlerine girip çıkmış, sağı solu kurcalamaya başlamışlar. Herkes evinde kullanmadığı ama gönül bağı kurduğu için atamadığı eşyasını getirmiş. Onlarla ne yapılabilir diye düşünmüşler.
ESKİ ANILARIN ÜZERİNE YENİLERİNİ EKLEMEK
Kendimize ya da geçmişimize ait olan mekânları, hatıraları korumanın gündelik bir savaş olduğu İstanbul’da; başkalarının anılarını silmeden, üzerine kendi anılarını eklemişler.
Lara Ögel, dairenin balkonu olması gereken yere, anneannesinin dolap kapaklarıyla ‘Evler Odalardı, Unuttum’ isimli; balkonu neredeyse bir ibadet mekânına çeviren işini yapmış. Dolap kapaklarından biri, lavantalar arasında bir sunak gibi duruyor.
Gizem Karakaş’ın ‘Göründüğü Gibi Değil’ başlıklı yerleştirmesi mekândaki gömme dolaplardan birine, Paris’te yaşadığı evlerin çatı manzaraları ve HAHmekân’ın yer aldığı apartmanın girişindeki mermerleri birbirine geçirdiği bir fotoğraf kolajından oluşuyor.
Ayça Telgeren, kendisi de dahil, bütün ailesinin büyüdüğü Sapanca’daki evin terasını mekâna taşımış. O ev ve çocukken o evde kurduğu hayallere dair, stampalarla duvara yazılmış, bir metin olan ‘Teras;’ aynı zamanda HAH’ın duvarlarından dökülen sıvaların üzerine yaptığı suluboya resimleri de içeriyor.
Defne Tesal, anneannesinin evi yıkılmak üzere boşaltıldığında, hayatındaki en eski mekân olan bu evi, ellerinde siyah boyalarla ‘sevmiş’. Evi severken çekilen videosu, üç ayrı parça halinde sergileniyor. Videolar odanın, çekildikleri yere tekabül eden noktalarına yansıtılıyor. Böylece iki mekân birleşiyor. Ancak video durduğunda ve Defne’nin anneannesinin evinin görüntüsü duvardan yok olduğunda; elimizde yalnızca yeni mekânın boş, beyaz duvarları kalıyor.
50 YIL SONRASINI PLANLAMAK DEVLETLERE MAHSUS BİR ŞEY
Plansızlık, HAH’ın karakterini oluşturan temel özelliklerden biri. Ayça anlatıyor: “Şu son birkaç senedir, bir gelecek planı bile oluşturamadığımız hayatlar yaşıyoruz ve bütün her şey bu kadar belirsizken, yaptığın şeyi çok belirli tutmaya çalışmak olmayacak duaya amin demek gibi. Kendimize ait o biricik alanı olabildiğince tanımsız, özgür ve açık bıraktık. Her şekilde değişebilir ve gelen yeni teklifler de başka bir şeye dönüşebilir. Katı bir şey oluşturmaya çalışmıyoruz. Çünkü 50 yıl sonrasını planlamak devletlere mahsus bir şey.”
Sergi 13 Temmuz’a kadar HAH Mekân’da. Adres: Aytar Caddesi Öztürk Palas 8/4 Levent İstanbul. HAH Mekân perşembe günleri açık.