Güncelleme Tarihi:
Jules Verne’e haksızlık yapmak istemeyiz, ama ‘bilimkurgunun babası’ sıfatını en çok hak eden isim H.G. Wells sanki. Tabii ki bunu kaşına gözüne bakarak söylemiyoruz! Yazarın özellikle dört eseri üzerinden bir değerlendirme yapıp, metinlerin günümüze etkilerini de hesaba kattığımızda, aklımıza düşüveriyor bu karar cümlesi. Özellikle dört eser diyoruz, çünkü ‘bilim’den yola çıkıp ‘kurgu’ladığı bu dört eserle mihenk taşı kimliğine bürünüyor H.G. Wells: ‘Zaman Makinesi’ (The Time Machine; 1895), ‘Doktor Moreau’nun Adası’ (The Island of Doctor Moreau; 1896), ‘Görünmez Adam’ (The Invisible Man; 1897), ‘Dünyalar Savaşı’ (The War of the Worlds; 1898). ‘Ara veren yanıyor’ tadında yayımlanan bu dört efsane metin, Wells’in kurgusunun önünde saygıyla eğilmeyi zorunlu kılıyor. Gerisi teferruat!
Bu ‘saygılı’ girişten sonra, H.G. Wells’in yeryüzü var oldukça ismini haykırmamızı sağlayacak hayat/kariyer hikâyesine geçelim isterseniz... Ve tabii ki ‘temel’ eserlerinin dokusuna olabildiğince nüfuz etmeye çalışalım.
21 Eylül 1866 doğumlu Herbert George Wells, İngiliz edebiyatı içinde değerlendirilmeyi çoktan terk edip ‘yeryüzü edebiyatçısı’ olarak kabul gören bir isim. Hayatının her döneminde ‘sosyalist’ olduğunu söylemekte bir sakınca görmeyen yazar, bu fikriyatın eserlerine yaptığı etkiyi de kamufle etmeyi düşünmemiş hiçbir zaman. 19. yüzyılın son birkaç yılına sığdırdığı o müthiş romanlar, ‘düz’ okunabildiği kadar içerdiği alegoriyle de dikkat çekici. Kaynağını bilimden alsa da, kurguladığı hikâyelerde daha çok sosyolojik altyapının öne çıktığını görüyoruz. ‘Ezen’ ve ‘ezilen’ profillerini bambaşka bir perspektiften bakarak metinlerine yediriyor H.G. Wells. Jules Verne’in ‘fantazya’sından ayrıldığı en belirgin nokta da bu gibi görünüyor.
13 Ağustos 1946’da hayata veda eden yazarın ölümünün üzerinden 70 yıl geçtiği için ‘serbest’ kalan eserleri, farklı yayınevlerinden arka arkaya yayımlanıyor şu sıralarda, tıpkı birçok klasik yazarda olduğu gibi. Bu vesileyle H.G. Wells’in ‘temel’ eserlerine yeniden dönüp bakmakta fayda var diye düşünüyoruz. Eskimek bir yana, yıllar geçtikçe daha da değerlenen ve bilimle kurdukları ilişkiyle şaşırtmaya devam eden bu metinler, özellikle yedinci sanatın şimşek hızıyla ilerleyen teknolojisinin de yardımıyla günümüze (ve tabii ki geleceğe) ışık tutmaktan geri durmuyorlar.
GÖRÜNMEZLİK ZAAFI
H.G. Wells dörtlüsünün ilk ayağı ‘Zaman Makinesi’, yazarın ilk romanı olmakla birlikte, ele aldığı ‘zamanda yolculuk’ temasıyla insanoğlunun kafasını her daim fazlasıyla meşgul eden bir metin. İcat ettiği makine aracılığıyla adeta ‘zamana hükmeden’ bir bilim insanının (Zaman Yolcusu) serüvenleri, yalnızca nefessiz okunan ‘macera’ anlatısıyla meşhur değil kuşkusuz. Ortaya koyduğu distopik atmosferle de ‘öncü’ kimliği taşıyan ve bu atmosferin içine yerleştirdiği sosyo-politik konumlamalarla okuru akıl-fikir jimnastiğine yönelten ‘Zaman Makinesi’, bir dehanın beyninde yuvalanmış ‘sancı’yı tespit etmemizi de sağlıyor bir yandan. Doğrudan uyarlamalar dışında, sayısız esinlenmenin de önünü açan bu roman, buradaki ‘makine’nin etrafına kurduğu dünyayla ‘zamansız’lığını haykırıyor adeta.
Hemen ertesi yıl yayımlanan ‘Doktor Moreau’nun Adası’ ise, H.G. Wells’in kurguyu çeşitlendirme özelliğini en iyi yansıtan romanlarından. Başkarakterimiz gene bir bilim insanı. Onun ‘yaratma’ motivasyonuna sahip bilimsel deneylerinin ortaya koyduğu sonuçlarsa metnin atardamarını oluşturuyor. Bu romanda da insanoğlunun ‘takıntı’larından birine kalemini ödünç veren H.G. Wells, ‘Tanrı’ kavramının etrafında attığı büyük turla bireyselden toplumsala sirayet eden bir ‘çöküş’ün anatomisini çıkarıyor. Çizgi romanlar başta olmak üzere, popüler kültürün birçok uzantısında karşımıza çıkan ve ‘çatışma’yı netleştiren ‘çılgın’ bilim insanı motifine de kaynak olma özelliği taşıyor ‘Doktor Moreau’nun Adası’.
Sıradaki roman ‘Görünmez Adam’, tıpkı ‘Doktor Moreau’nun Adası’nda olduğu gibi, bilim insanının ‘çılgınlığı’nın yarattığı ‘gergin’ atmosferle öne çıkıyor. Ve bir kez daha H.G. Wells’in hayal gücünün önünde saygıyla eğilmemizi sağlıyor. Görünmezlik de insanoğlunun ‘zaaf trafiği’ içinde önemli bir yere sahip ve bu zaafın baskıladığı ruhların ‘tutku’suna karşı koymak zor. Yazarın bu ‘bilgi’yi alıp evrimleştirmesi ise bugünden bakıldığında ‘olanaksız’ gibi duruyor. H.G. Wells’in temel özelliklerinin başını çeken ‘olanaksızı olabilir kılmak’, en çok da ‘Görünmez Adam’la kendini gösteriyor, bilimle bağını koparmadan. Bu metnin popüler kültür dünyasına bahşettikleri ise saymakla bitmez, saymayalım en iyisi!
UZAYLI İSTİLASI
Dörtlünün son ayağı ‘Dünyalar Savaşı’na gelince... Artık beynimize nakşolmuş ‘uzaylı istilası’ temasını 19. yüzyılın sonunda yeşerten roman, ilk okuyanların neler hissettiklerini tahmin bile edemeyeceğimiz atmosferiyle ‘başka bir boyut’a taşıyor H.G. Wells külliyatını. Stephen Hawking’in ‘ilk karşılaşma’ konusundaki öngörülerini yaklaşık 120 yıl önce kurgulayan yazar, tıpkı Hawking gibi, ‘E.T.’vari bir ‘dost uzaylı’dan ziyade ‘istilacı’ bir uygarlıkla karşı karşıya kalmanın olabilirliğine vurgu yapıyor burada. Meselenin sosyo-politik altyapısınıysa bir kez daha ‘genişleterek’ önümüze koyuyor, ki metindeki çatışmayı çeşitlendirme işlevi de görüyor bu yaklaşım. ‘Dünyalar Savaşı’nın hiç bitmeyen bir etkisi olduğunu ve bu etkinin ‘küresel paranoya’ boyutuyla keskinleştiğini de belirtmekte fayda var.
İşte böyle sevgili okur... H.G. Wells’in meşhur dörtlüsünün ‘insanoğlu’yla imtihanı hiç bitmeyecek belli ki. Kimi zaman zaaflarıyla mücadele eden, ama çoğu zaman zaaflarına teslim olan insanlık, onun metinlerine hükmeden ‘kaos’ içindeki ‘düzen’i tespit etmeye çalışacak her daim. Uzayın derinliklerine baktığında artık kaostan çok muazzam bir düzen gören ‘çılgın’ bilim insanlarının ‘bilgi açlığı’nı metinleriyle ete kemiğe büründüren yazar, belki de ‘Zaman Makinesi’ne gerçekten sahip olmuştu! Hâlâ zaman içinde turlamaya devam ettiğini düşünsek, bunun kime ne zararı dokunur ki!