Güncelleme Tarihi:
“Güzellik var oldukça umutsuzluğa kapılmamak gerekir” diyen Ritsos gibi bir şairi, sürgün edilmek susturabilir mi? Hayli ilginç ve hareketli bir yaşamöyküsüne sahip Yannis Ritsos, siyasi görüşleri sebebiyle ilkin 1948’de Limnos Adası’na sürülür. Çocukluğundan beri tutkuyla bağlı olduğu şiir, müzik ve resim sayesinde hem kendisine hem de çevresine dayanak olur. Ari Çokona’nın sunuşta verdiği bilgiye göre bu ilk sürgün yerinde ‘şair bulabildiği her kâğıt parçasına, sigara paketlerinin üstüne’ şiirler yazar. ‘Şişelerin içine koyup toprağa gömdüğü’ bu umut ve hayat aşılayan şiirleri kaybettiğini zanneder. Sonradan arkadaşları tarafından bulunacaktır yazdıkları. 1949, Makronisos sürgünü ise her bakımdan daha ağırdır şair için. Elbette bu ağırlığın psikolojisi yansıyacaktır şiirlere. ‘Ama sadece ölmek için/gelmedik dünyaya./Gün ağarırken/limon kabuğu kokusu geldiğine göre.’ duygusu/duyuşu içindeyse bir şair, hayat ve şiir birbirine yeniden karışacak, ‘Sonra her şey yeniden düzene girecektir.’
Yaşamanın o bitmeyen umut düzenidir/istenci bu. Bütün baskıcı rejimler, şairin elinden bunu almak için ellerinden geleni yaparlar. Gücü elinde tutanın ‘pişmanlık dilekçesi’ imzalatmak istediği böylesi günlerde şair, zaman zaman sendelese, hatta ‘aslolan hayatta kalabilmek’ olsa bile, onun temsil ettiği imgesel enerjide bir azalma olmaz. Dikenlerin ‘uykuda bile’ çok olduğu bir dünyada, ‘her gölgede hatıraların şekli vardır’ ve hatıra hayat istencinin kaynağıdır. Oldukça yalın, yer yer lirik ‘kelimelerle değil/sarı dağ zambaklarıyla’ yazılmışçasına içtenlikli şiirlerdir bunlar. Ritsos’un direnci şiirsel akışın gücüne dönüşür.
Ari Çokona’nın sanki Türkçe yazılmışçasına bizi dünyasına çektiği çeviriden, şiir zevki duymamak mümkün değil. Mesela, 6 Kasım başlıklı günce/şiirde, ‘sözler dar, yataklar dar- dönemiyorsun öbür yanına’ mısralarında sadece fiziki sıkışmayı değil ruhsal daralmayı da hissederiz. 15 Kasım’da ise şöyle yazar: ‘Gazeteler geldi. Çinliler ilerliyor./Avluya çıktık. Büyük bir ay,/ kocaman sarı bir ay. Ve biz nasıl sığıyoruz/bu koğuşa, bu tel örgülere, bu zamana?’
Sürgünlük sonuçta ‘Taştan gün, taştan sözlerle’ örülmüş duvarlara benzer. Ritsos sahip olduğu gerçeklik duygusu yoluyla adeta bir belgesel bırakır geriye. Sadece psikolojiyi vermez, günlük ritüelleri de çizer. ‘Gökyüzü bir delik./ İçine sığamıyoruz’ diye iç geçirir. Bir süre sonra da şiirler süzülmeye, kısalmaya başlar. Bu kısalma şiirden bir düşüş değil, aksine daha da yoğunlaşma olarak okunabilir. Bir bilgenin son sözleri gibidir artık şiir. ‘Kendi ellerini kendin bağlamalısın/ Bağlarsın./ Gece ipleri keser.’
Belki bir süre sonra, gökyüzü, kuşlar, bulutlar, tel örgüler, rüzgârın uğultusu, her şey yorulur. Ölümden sıklıkla söz etmek kaçınılmaz olur. Bir sürgün yeri uyanık ruhlar için anlama yeridir. ‘15 Şubat’ başlıklı şiirde, şair o büyük anlamı çoktan bulmuş gibidir. ‘Nerede bu tel örgünün sonu?/Salyangozlar öldürülenlerin giysileri arasında sürünüyor/ Ama sadece ölmek için/gelmedik dünyaya./Gün ağarırken/limon kabuğu kokusu geldiğine göre’.