Güncelleme Tarihi:
Yıllar önce, ilkgençliğimde, “Çağdaşlarım yeni bir şey öğrenmenin peşinde koşarlarken ben bildiklerimi unutmak için seyahatlere çıkmıştım” dediğini duymuştum André Gide’in. Gerçekten böyle bir sözü var mı, önemli değil. Bir yazarın nasıl olup da bu türden bir ‘bilme’ noktasına vardığıdır. Türkçeye sıklıkla çevrilmiş ve severek okunmuş bir yazar o. Şimdi de gençliğimde duyduğum sözün anahtarı da sayılabilecek ‘Günlük’ ile karşımızda. Hayatının 38 yılını kapsayan bu izlere baktığımızda ister istemez sorarız. Günlük tarihsel mi yoksa bireysel midir? Daha doğrusu bireyin, şair ve yazarın ‘açık’ bir günlük yazabilmesinin kaynağı bireysel yetiler olduğu kadar onları kalkındıran tarih sayılamaz mı? Adalet Ağaoğlu’nun ‘Damla Damla Günleri’ni bir yana koyduğumuzda, hâlâ günlük bizde ‘açık’ yazılabilir mi sorunu/sorusu diri/iriliğini koruyor.
18 yaşından itibaren günlük yazmaya başlar Gide. Henüz bu yaşlarda Vergilius’a dair değerlendirmelerle yola çıkması ilginç ve çarpıcıdır. ‘Hıristiyan öğretisini bilmeden ona en çok yaklaşan ozan’ olarak yorumlar ve onun ‘türküsünü İsa’nın gelişini haber veren vahiy gibi gördüğü’nün altını çizer. Din, Hıristiyanlık hep vurgu kazanacaktır onda. Düşlere dair notlar düşer. “Ah! düşler düşler, daha ne ister ki insan”. Ve Tanrı. Seslenir durur. “Tanrım! Bizi neden kilden yarattın ah. Zavallı beden dokunmadan inanmaz, görmeden sevemez misin sen?” Dua edercesine yazar; “Tanrım, sana dönüyorum, çünkü seni tanımaktan başka her şeyin boş olduğuna inanıyorum.” Din ilahiyatından beden ilahiyatına da kayacaktır yer yer, adeta.
Bunca dolu, meraklı, arzulu Gide, “Bende eksik olan ne?” diye sormaktan da geri kalmaz yazı için. Müzik, resim, tabiat, şiir, şehir, müze, yolculuklar, şair yazar dostlar onu kurmak için var gibidirler. Şiirler yazar. Yazma tutkuya dönüşür. “Yazma, düşünme tutkusu bütün gün yakamdan düşmüyor, uykuda bile ardımda.” Birden matematiğe döner. Tek bilim cebirdir. Sanatlardan sonra zihnin yarattığı en görkemli şey odur. Sürekli bir gerçeklik arayışı içindedir. “Asıl ilginç olan şey, yazara özgü dünya görüşümdür, gerçekliğin onun gözlerinden geçerken biçim değiştirmesidir.” Emin olamazsınız, arıyor mudur, yazıyor mudur? Unutmaya mı çalışıyordur... Zihinsel ve hayat hareketliliği başat gitmektedir.
Unutmak korkusuna kapılır. “Unutmaktan korkuyorum. Mutluluğumun anısı zamanın ötesinde bana kalsın isterdim.” Bazen tek cümle kurar bir gün için. 1890, Ocak (kaç Ocak). ‘Verlaine’i ziyaret’. Sanki dolmuştur her şey onunla. Ahlak diğer önemli bir konudur günlüklerde. “Şu ikilem arasında çırpınıyorum: Ahlaklı olmak mı, içten olmak mı?” Bu pek çok tercihinde etkili olacak bir sorudur. Ve şair olmak hakkında da konuşur. İki yeteneği vardır şairin olağanüstü; yolunu yitirmeden kendini şeylere bırakması ve bilinçli saflığı. Hayranlık tembellik kaldırmaz ona göre. Elbette günlük yazmak üzerine de düşünür. “Önemli olan günlüğün yaşamın belli bir döneminde sıkı bir biçimde ve özenle tutulmasıdır...” “... bu notları hamlıklarını gidermeden, oldukları gibi kâğıda geçiriyorum” diye yazar heyecan ve saflığı korumak için.
‘Yolculuk Yaprakları’ bölümüne geldiğinizde İstanbul’a bakışına şahit olursunuz. “Yerli bir şey yoktur” burada. Venedik gibi dışarıdan almıştır. Sevmemiştir İstanbul’u. Türklerden hoşlanmaz. Bursa’ya gönül düşürür. Konya’ya dek iner. Gide’in bir günlük belleği dokuyarak aslında kendisini dokuduğunu ve bu dokuyuşun 19’uncu yüzyıl Fransa’sından ayrı düşünülemeyeceğini görürsünüz.
Hasılı, ‘Günlük’, Gide ile beraber tarihin kendisi oluşu gibi de okunabilir.