Güncelleme Tarihi:
Dünyada saf kültür yok” demişti altı yıl önceki sohbetimizde İranlı kemençeci Kayhan Kalhor. Her kültürün diğerinden etkilendiğini, İran, Türk, Çin kültürünün tek başına anlam taşımadığını savunmuştu. Ve eklemişti: “Hepsi bir araya geldiğinde anlam kazanıyor. Edebiyatı severim ama Fransız edebiyatıyla hiç ilgilenmem, diyemezsiniz. 21’inci yüzyılda, iç içe geçen bir dünyada kişiliklerimiz tüm bu kültürlerin bir parçası. Diğer kültürleri öğrendikçe, onların da parçası oldukça dünyamız zenginleşiyor.”
Kalhor o günlerde bir yandan çellist Yo-Yo Ma’yla İpekyolu projesini yürütüyor, Francis Ford Coppola gibi ünlü yönetmenlerin filmlerine müzik yazıyor, diğer yandan “Uzun bir yolculuğun başlangıcındayız” dediği saz sanatçısı Erdal Erzincan’la ikili konserler veriyordu. İkili, Avrupa’nın önde gelen müzik firmalarından ECM’in etiketiyle 2006’da yayımlanan ‘The Wind’ albümünden sonra ikinci CD’lerinin kaydına hazırlanıyordu.
Kalhor klasik kemençeci Derya Türkan’la da aynı günlerde, Erzincan vasıtasıyla tanıştı. Çalgıları gibi müzik yaklaşımları birbirine çok yakındı. Türkan da geleneksel enstrümanla evrensel müziğin peşinde koşuyor, sınırların, kategorilerin ötesine ulaşmayı hedefliyordu. Erken çağ müziğinin ünlü yorumcusu Katalan çellist Jordi Savall ile Kantemiroğlu Edvarı’ndaki eserlerden ‘İstanbul’ albümünü kaydetmiş, ‘La Sublime Porte’ ile ‘Mare Nostrum’ albümlerine hazırlanıyordu.
“Tanıştıktan kısa süre sonra birlikte çalmaya karar verdik, repertuvar arayışına giriştik” diyor Türkan bu akşam İstanbul Müzik Festivali’nde konser verecek dörtlünün öyküsünü anlatırken. “Arkadaşım kemençeci Sokratis Sinopoulos’la Kayhan’ı tanıştırdım. Onun albümlerinde çalan, beni çok etkileyen santurcu Ali Bahrami Fard’ı da aramıza alıp grubumuzu oluşturduk.” Dörtlü ilk konserini 2013’te İstanbul’da CRR Konser Salonu’nda verdi. Ardından 2015’te Europalia Festivali kapsamında Utrecht, Brüksel, Gent’te sahneye çıktı. Bu akşam ise ilk kez ‘Gülistan’ ismiyle bir araya gelecekler. Seslendirecekleri repertuvar muhtemelen kısa süre sonra CD’ye dönüşecek.
HÜZNÜN, UMUDUN SESİ
Yapıları farklı olmakla birlikte İran ve İstanbul kemençesi hüzün ve neşeyi aynı güçle ifade edebilen çalgılar. Kalhor, Türkan ve Sinopoulos’un elinde hüznün tonu daha belirginleşiyor. Neşe ise abartılı coşku yerine umudun narin sesiyle ifade ediliyor.
Taksim geleneğine, yani doğaçlamaya ağırlık veriyor. Makam skalası geniş. Konserlerinde 3-5 dakikaya sığdırılmış kısa icraları sıralamak yerine bir süitin bölümleri gibi birbirini tamamlayan eserlerin birleştirilerek seslendirildiği nehir gibi akan programları tercih ediyor.
Derya Türkan’ın söylediğine göre, üç kemençecinin her biri dramatik yapıyı güçlendirecek farklı öğeleri taşıyor müziğe. “Kalhor, İran kültürünün zenginliğini sunmakla kalmıyor, enstrümanını efekt unsuru gibi kullanıp ifade gücümüzü artırıyor. Ben İstanbul duygusunu temsil ediyorum. Sokratis ise caz kıvraklığına sahip...”
Gülistan’ın müziğinde bas santuruyla Ali Bahrami Fard’ın özel yeri var. “Armonik yapıdaki değişimi Fard düzenliyor” diyor Türkan. “Bizi gitmek istediğimiz noktaya yönelten, geçişleri sorunsuz düzenleyen müthiş bir müzikçi...”
4 BESTE, 80 DAKİKA
Doğu geleneğindeki gibi gül bahçesinde, güzellikler içinde, sohbet samimiyetinde konser hayal eden topluluk bu nedenle festival konserinde ‘Gülistan’ ismini kullandı. Kesintisiz 80 dakikalık repertuvar dört eserden oluşuyor: 17’nci yüzyılda yaşayan Kuçek Mustafa Dede’nin muhtemelen bir zamanlar Galata Mevlevihanesi’nde de seslendirilen meditatif ‘Beyati Ayin’i, Sokratis Sinopoulos’un klasik İstanbul müziği formundaki nihavent semaisi, Derya Türkan’ın Hafız-ı Şirazi’ye ithafen bestelediği, İran müziğine göndermeler içeren huseyni makamındaki ‘Şiraz’ı ve Kayhan Kalhor’un zihinlerden kolay silinmeyen, yoğun hüznü umuda bağlayan ‘Neredesin’i...
Bis olarak Azerbaycan ile İran ortak ses mirasını yansıtan sürpriz bir eser hazırlandı.
Grubun geçmişteki dört konserinden görüntüleri YouTube’da izleyebilirsiniz.
LAZ KEMENÇESİYLE KARIŞTIRMAYIN
Kemençe deyince Doğu Karadeniz folklorunun vazgeçilmez enstrümanı akla gelir. Ağaçtan oyulan, ayakta çalınabilen Laz kemençesi ile İstanbul kemençesinin tek ortak özelliği üç telli, yaylı çalgı olması. Bizans’tan günümüze ulaşan İstanbul kemençesinin gövde şekli armudi, yapım tekniği daha karmaşık, ses genişliği daha fazla. Virtüozun elinde 2.5 oktava kadar çıkabiliyor. 19’uncu yüzyıla kadar halk sazı kabul edilip, ince saz heyetlerine kabul edilmezken Sultan Abdülaziz’in lüthiyesi sayesinde sınıf atladı. Baronak’ın gövdesini karadut, kapağını Lübnan sedirinden yaptığı, standartlarını belirlediği kemençeler Vasilaki ve öğrencisi Tanburi Cemil’in virtüozitesiyle saraya girdi. Ölümüne yakın kemençeyi keşfeden Cemil Bey’in neredeyse tanburu bir kenara bırakıp tamamen kemençeye odaklandığı, dördüncü teli eklemeyi denediği, hatta kemençeyi keman ailesi gibi genişletmeyi hayal ettiği biliniyor. Hayalini Sadettin Arel gerçekleştirdi, viyola, çello hatta kontrbasa eşit olabilecek İstanbul kemençesi prototipleri yaptırdı.
İstanbul kemençesi Yunanistan’da ‘politiki lyra’, ‘Konstantinopol liri’ ismini almış. Yani Sokratis Sinopoulos’un Eleni Karaindrou’nun unutulmaz film müziklerinde çaldığı enstrüman da klasik kemençe. (Sinopoulos, Türkan gibi İhsan Özgen’in öğrencisi.)
Kayhan Kalhor’un kabak kemaneyi anımsatan İran kemençesi ise şerit halinde kesilmiş sert ağaçlardan yapılıyor. Gövde kapağı kuzu derisinden. Ses genişliği yaklaşık 2.5 oktav. Diz üstünde, sapın ekseni etrafında döndürülerek çalınıyor. Kalhor, rahat döndürmek için 30 yıl önce çalgısının gövdesini ovalleştirmiş, zaman içinde bu biçim İran’da standart haline gelmiş.
‘Gülistan’ konseri bu akşam saat 21.00’de Galata Mevlevihanesi Bahçesi’nde...