Güncelleme Tarihi:
Tarihi araştırmalardan güncel sanata uzanan kapsamlı sergiler düzenleme misyonuyla yola çıkan Meşher, seramiğe odaklanan ilk sergisiyle İstanbul sanat ortamına yeni bir soluk getireceğinin haberini vermişti. Meşher’in ikinci sergisi de kitap gibi açılıp okunacak bir sergi olmuş: ‘Alexis Gritchenko - İstanbul Yılları’...
Belki çok tanıdık geliyor bu isim size, belki de hiçbir çağrışım yapmıyor. Öyle bir tınısı var, sanki bizden biri ama sanki bir yandan değil gibi. Ressam Alexis Gritchenko bizden biri olmak için çabalamış, 1919-1921 arasında İstanbul’un sokaklarında kendini eylemiş, iyileştirmiş, gerçekten de bizden biri.
Meşher, ikinci sergisiyle Gritchenko’nun İstanbul’u ziyaretinin 100. yılını anıyor. ‘Alexis Gritchenko - İstanbul Yılları’ adlı sergi Ukraynalı sanatçının 1919-1921 arasında yaşadığı İstanbul’u konu alan 150’den fazla eserini sanatseverlerle buluşturuyor. Sanatçının çoğu suluboya olmak üzere guaş, karakalem ve yağlıboya eserlerini bir araya getiren serginin küratörlüğünü Ebru Esra Satıcı ve Şeyda Çetin üstlenirken, sergi kapsamını danışmanlar Vita Susak ve Ayşenur Güler’in araştırmaları belirlemiş. Çeşitli arşivlerden toplanmış mektup, yayın, fotoğraf ve videolar sayesinde sergi, Gritchenko’nun sadece sanatına değil yaşamına da ışık tutuyor. Eserler ve destekleyici materyaller Ukrayna Ulusal Sanat Müzesi, New York’taki Ukrayna Müzesi, Fransa’daki Centre Pompidou, College de France ve pek çok özel koleksiyondan derlenmiş.
Sergiye rehberlik eden, Gritchenko’nun Fransa’ya yerleştikten sonra 1930’da yayımladığı ‘Deux ana à Constantinople’ (İstanbul’da İki Yıl) başlıklı anı kitabı sayesinde ressamın İstanbul sokaklarındaki ayak izlerini takip edebiliyoruz. Bu sayede sergi, kronolojik veya tematik bir sergi olmanın ötesine geçerek sanatçının belirli bir dönemde, belirli bir şehirde yaşadığı heyecan, özlem, umut ve umutsuzlukları, özetle duygularını merkezine alarak farklılaşıyor.
EKİM DEVRİMİ SONRASI KIRIM’DAN İSTANBUL’A
Alexis Gritchenko, 1883 yılında Ukrayna’nın Krolevets şehrinde doğmuş. St. Petersburg Üniversitesi Tarih ve Filoloji Fakültesi’nde eğitim almış. 20. yüzyılın başında eserler ortaya koyan avangard sanatçılar için heyecan verici şehirlerden biri olan Moskova’da modern sanat akımlarına dahil olmuş. Malevich, Kandinsky, Tatlin gibi ressamlarla birlikte sergilere katılmış. Akademiyle yıldızı asla barışmamış bu alaylı sanatçı, bir sanat yazarı olarak makale ve kitaplar yayımlamaktan, konuşmalar yapmaktan ve sanat okulunda ders vermekten de geri durmamış. Ama işte hayat, bize yarın ne getireceğini bilmiyoruz... 1917 Ekim Devrimi ve devamındaki iç savaştan kaçmak zorunda kalmış ve Kasım 1919’da İstanbul’a gelmiş. O dönem işgal altında olan ve kendi de zorlu bir dönemden geçen Osmanlı başkenti, Gritchenko’ya görece güvenli bir hayat sağlamış ve kendini iyileştirmeye çalışan bu sanatçıya yoldaş olmuş. “İlkem budur ve daima bu olacaktır: Daima yaşamak ve her şeye rağmen çalışmak.” 1943 yılına tarihlenen bir mektubunda böyle yazıyor Alexis Gritchenko... Sanatçının günlüğüne ‘kendini yalnızca resim yaparken insan gibi hissettiğini’ yazması, koşulların ne kadar zorlu olduğunu gösteriyor.
Sergide, İstanbul’a gelmenin, Gritchenko’nun çocukluk hayali olduğunu öğreniyoruz. Rusya’ya hâkim olan Bizans hayranlığından o da etkilenmiş. Bizans kültürüne ve ikonalara büyük ilgi duyan Gritchenko, eserlerinde surları, İstanbul’un anıtlarını, özellikle Ayasofya’yı sık sık işlemiş. İstanbul’da geçirdiği iki yıl boyunca koşullar ne olursa olsun neredeyse her gün Harbiye’den Edirnekapı’ya kadar yürüyerek buralarda vakit geçirmiş; kahvelerde oturanları, sokaklarda yürüyenleri, camilerde ibadet edenleri, kayıkçıları, seyyar satıcıları, hamalları da gözlemlemiş ve resmetmiş.
DÖNEMİN GÜNLÜK HAYATINA DAİR HAZİNE DEĞERİNDE
Resim yapmanın tabu ve hatta günah kabul edildiği bir kültürde bunu yapması kolay olmamış elbette; çoğu zaman kovalanmış, bir süre sonra ise çizimlerini gizli gizli yapar olmuş. Bu açıdan Gritchenko’nun eserleri ve İstanbul’da geçirdiği iki yılı anlattığı günlüğü, o dönemin gündelik hayatını merak edenler için de hazine değerinde.
Serginin ilk katı, sanatçının İstanbul’da görece yalnız geçirdiği ilk döneminden eserleri bir araya getiriyor. Ancak zaman geçtikçe tanışıklıkları artmış ve Gritchenko, İstanbul’da belli çevrelere girmeye başlamış. Sokakta resim yaparken kendisi gibi Ukraynalı bir ressam olan Dimitri İsmayiloviç’le tanışmış, onun aracılığıyla başka Türk ressamlarla da dost olmuş. İbrahim Çallı ve Namık İsmail başta olmak üzere 1914 Kuşağı ressamlarıyla entelektüel kesimden edindiği sanatçı ve yazar çevresiyle kurduğu bu dostluk ve bağlantılar, Gritchenko’nun hem kişisel hayatını hem de mesleki yaşamını olumlu yönde etkilemiş. Gritchenko’nun arkeolog Thomas Whittemore’la yolunun kesişmesi de yine bu döneme denk geliyor. Whittemore, sanatçıdan epey eser satın almış ve Gritchenko’ya pasaport almasında yardımcı olmuş, böylece sanatçının Paris’e gidişinin önünü açmış.
ATATÜRK’ÜN KİTAPLIĞINDAN SERGİYE
Paris’e yerleştikten sonra Gritchenko, İstanbul’da geçirdiği yıllarda tuttuğu günlüğü kitaplaştırıyor. ‘Deux ans à Constantinople’ adlı bu kitabın yalnızca 300 civarı nüshası var. Sergi ekibi bu nüshalardan birine Atatürk’ün Anıtkabir’deki kişisel kitapları arasında rastlayınca, Anıtkabir yönetimiyle yazışmalar başlıyor ve bu nüsha, Meşher’deki sergiye dahil ediliyor. Anıtkabir’in tarihi boyunca Atatürk’ün kişisel kütüphanesinden bir kitabın ilk kez özel izinle dışarı çıkarıldığını ve bir proje kapsamında sergilendiğini de ekleyelim.
Meşher’deki sergiyle beraber, Gritchenko’nun eşinin yardımlarıyla Fransızca olarak yayımladığı bu kitap, ‘İstanbul’da İki Yıl 1919-1921’ adıyla Türkçeye kazandırıldı. 20. yüzyılın başlarında İstanbul nasıldı diye merak edenler için epey zengin bu külliyat, Ali Berktay’ın çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı.
Bu soğuk havalarda İstanbul’a bir başkasının gözünden bakmak, bir ressamın anılarında dolanmak isteyenler bu sergiyi mutlaka görmeli.