Güncelleme Tarihi:
Geçmiş dönemlerle ilişkimizin onları arkada bırakmak istemekten ziyade, yâd etmeye odaklanan günümüz popüler kültüründe imgelerle ilişkimiz de benzeri bir karmaşayı beraberinde getiriyor. 1980’lere referans veren hareketli görüntü ürünlerinde sık sık dönemin teknolojik koşullarının yapım sürecine yedirilmesi, 1960’lara dair bir söz söyleneceği zaman o dönemin teknik standartlarının ziyaret edilmesi, görüntüyle aramızdaki gediklere işaret ediyor. Ancak tüm bu bilgiye ve bunca tecrübeye rağmen görüntüyü gerçekliğin kanıtı sayma alışkanlığımızdan hâlâ vazgeçemiyoruz. Sosyal medyada dolaşıma sokulan fotoğraflar, davaların en büyük destekçisi. Akıllı telefonlar, çözünürlükleri yüksek fotoğraf ve video çekebilme özellikleriyle öne çıkma yarışındalar. Görüntü hâlâ gerçekliğe giden yolda en güvenilir rehber.
Alpin Arda Bağcık’ın Zilberman Gallery’de açılan kişisel sergisi ‘Kırmızı Reçete'den ise bu rehberin peşinde kaybolunan anlar yansıyor. Tanıdık imgelerin bizi ‘bildiğimiz’ yerlere yönlendirmediği bir ortam bu. Çoğu, kitle iletişim araçlarıyla dolaşıma sokulan görüntüler, tuvalden yansıtıldıkça siliniyor, yıpranıyor. Sanatçının bu müdahaleleri, söz konusu imgelerin değerlendirildiği çerçevelerdeki çatlakları da işin içine sokuyor. Örneğin, aslında Alaska’da bir tanker kazası sonrası çekilen, ancak Körfez Savaşı sırasında Saddam Hüseyin’in petrol tesislerini bombaladığına ‘kanıt’ olarak dolaşıma sokulan, petrole bulanmış karabatak görüntüsü, bu yüküyle yeniden temsil ediliyor. Televizyonda darbe bildirisi okuyan spikerin çoğaltılmış görüntüsü, kendini yineledikçe yavaş yavaş bulanıyor, siliniyor.
Sadece kitle iletişim araçları tarafından gerçeğin temsili olarak dolaşıma sokulmuş imgeler değil, hayal ürünü olup toplumsal hafızada yer etmiş görüntüler de ‘Kırmızı Reçete’de tekrar canlanıyor. Stanley Kubrick’in Soğuk Savaş komedisi ‘Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Loving the Bomb’dan bir yuvarlak masa toplantısını anımsatan bir kare, Bağcık’ın Zopiklon’unda ‘dünyayı yöneten güçler’ mitini besleyen bir imge olarak hayat buluyor. Artık bu sahnenin bir filmden olmasının ya da olmamasının bir önemi yok çünkü sergide yer alan diğer her eser gibi gösterilen ile gösteren arasındaki ilişkide bir sarsıntı mevcut. Beklenmedik imgeler, olmadık kanıtlar gibi sunulabiliyor.
Görüntüye boğulmamıza rağmen onu hâlâ gerçekliğin biricik kanıtı olarak kabul etme alışkanlığımız, ismini, bağımlılık yapan ilaçlara getirilen reçete uygulamasından alan ‘Kırmızı Reçete’de deşiliyor. Geçmişin imgeleriyle yapılan alıştırmaların, oynanan oyunların bile bu bağımlılığımızı arkada bırakmaya yetmeyeceği gerçeği, Bağcık’ın yeniden temsillerinde bir kez daha hatırlatılıyor.
Alpin Arda Bağcık’ın ‘Kırmızı Reçete’ başlıklı sergisi 30 Aralık’a kadar Zilberman Gallery’de.