Güncelleme Tarihi:
Romancı, gazeteci ve podcast yayıncısı Elizabeth Day, 1978 yılında İngiltere’de doğdu ama babasının işi nedeniyle Kuzey İrlanda’da büyüdü. Harika çocuklardandı Day; okumayı öğrenmesiyle birlikte yazmaya heveslendi. 12 yaşında Derry Journal’in gençlik köşesinde yazarlığa başladı. Okul hayatı da başarılıydı. Cambridge-Queens Koleji’ni bitirince yüksek tahsilini gazetecilik alanında yapmayı düşünüyordu ama Evening Standard’ın Londra Günlüğü’nde yazması teklifini daha çekici bularak gazetecilik mesleğine atıldı. 2004 yılında The Telegraph’ta çalışırken Yılın Genç Gazetecisi Ödülü’nü kazandı. 2007 ile 2016 yılları arasında The Observer’da köşe yazarlığı yaptı. Halen yazılarını You dergisinde yayımlayan Elizabeth Day, edebiyat hayatına 2012 yılında ‘Scissors, Paper, Stone’ isimli romanıyla başladı ve bu romanıyla 35 yaşın altındaki yazarlar için ilk roman ödülünü kazandı. Kariyerini ‘Home Fires’ (2013), ‘Paradise City’ (2015), ‘The Party’ (2017) ve ‘Saksağan’ (2021) ile sürdüren Day, hem popüler hem de ödüllü bir podcast olan ‘How to Fail with Elizabeth Day’ ve podcast’ten esinlenerek hazırladığı kitaplarıyla da İngiltere’de ilgi topladı.
HAYAL DÜNYASI
Yeni evine taşınırken tanışıyoruz ‘Saksağan’ romanının ana karakterlerinden Marisa ile. 28 yaşında. Çocuk kitapları yazıyor ve resimlendiriyor. Geçmişinde mutsuzluğa dair pek çok birikmiş anısını silen bir adamla tanışmanın coşkusu var genç kadında. Sevgilisi Jake 36 yaşında, yakışıklı, bir danışmanlık şirketinde çalışan, güven duygusu veren bir adam.
Yeni evlerine taşındıklarında, kötü bir aile geçmişine sahip Marissa’nın mutluluğu daha da artıyor: “Bu ev her şeyin çaresiydi, bunu artık görüyordu. Evi internetten incelemiş, gri ön kapıya ve bu kapıya çıkan merdivenlere bakmak için görüntüyü yakınlaştırmıştı. Tuğlalar, kızarmış fındık rengindeydi. Yol, emlakçıların tabiriyle ‘yapraklarla örtülü’ydü ve Eğitim Standartları Dairesi tarafından ‘kalburüstü’ addedilen mahalle okulunun kayıt alanındaydı. Bu önemli bir ayrıntıydı çünkü bu eve taşınır taşınmaz hamile kalacaktı.”
Ancak okuyucularını bu beklentilere kapılmamaları konusunda daha ilk başta uyarmış Elizabeth Day: “Geriye dönüp baktığında Marisa, bahçe koltuğu üzerindeki bu etkileşimin her şey değişmeden önceki son mutluluk anı olduğunu görecekti. Küçük korunaklı dünyaları ekseninden kaymadan ve onları karanlığa doğru sürüklemeden önce. Geleceklerinin güzel olacağına inanması aptallıktı. Çünkü mutluluk geçiciydi ve bunu, kiracı geldiğinde anlayacaktı.”
Kiracının gelmesi Jake’in işlerinin yolunda gitmemesinden. Jake, planladıkları bebekleri için paraya ihtiyaç duyacakları düşüncesi ile odalardan birini kiralamayı önerir Marisa’ya. Genç kadın biraz burulsa bile Kate’in eve gelmesine itiraz etmez. Üstelik yaşıtları sayılabilecek Kate, ilk günlerde hayatlarına renk de katmıştır. Ancak çok geçmeden Kate’in kişisel sınırları pek önemsemediğini, Jake ve doğması planlanan çocuk ile fazla ilgilendiğini, hatta kendi banyolarını kullanmaktan imtina etmediği görmek Marisa’yı biraz endişelendirecektir.
Marisa hamile kaldığını söylediğinde hepsi de çok sevinir. Ama zaman içinde endişelerini arttıracak ufak tefek olaylar birikmeye başladığında Marisa’nın psikolojisi iyice bozulur. Kate’in kendisini izlediğinden şüphelenir. Kimdir bu kadın? Neden ev hakkında, Jake ve Marisa hakkında her şeyi bilmektedir? Ve hepsinden önemlisi Jake ile ilgili hayalleri mi vardır?
Marisa’nın giriştiği şiddet dolu bir eylem, hem bu üç kişi hem de Jake’in ailesi için beklenmedik yüzleşmelere yol açacaktır. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir...
AİLE KURUMU, TACİZ TRAVMALARI...
Yaklaşık 300 sayfalık romanın sadece 100 sayfalık ilk bölümünü özetledim. Zira geri kalanı hakkında söyleyeceğim her cümle hikâyenin sürprizlerini ortaya dökmeye ve okuma sırasındaki merak duygusunun sönümlenmesine yol açacaktır. Hikâyenin bundan sonrasında heyecanın tırmandığını ve çok sürprizli bir kırılma anı yaşandığını söylemekle yetiniyorum. Sayfalar ilerledikçe yalanların ya da hayallerin nasıl ortaya çıktığını, algı bozukluklarını, anlatıda gözlemlenen bazı kopuklukları ve huzursuzlukları anlamlandırmak için yeniden ilk sayfaları karıştırmak isteyebilirsiniz.
Kurgudaki bu ani dönüşle gelinen yeni başlangıç noktasında roman bütününden bir kopuş ya da saçmalık duygusu hissettirmemiş Elizabeth Day. ‘Saksağan’ kurgusu, karakterleri ve dili ile çok iyi yazılmış, kurnazca tasarlanmış, rahatsız edici geriliminin arkasına insani dramları yerleştirmiş bir anlatı.
‘Saksağan’ı okurken Jenn Ashworth’un ‘Tehlikeli Yakınlaşmalar’ını hatırladım. Her iki yazar da gerilim öğesini bireyin karmaşık iç dünyasından çıkarıyorlar. Sakin başlayıp giderek rahatsız edici bir atmosfere bürünen hikâyelerde sözünü ettiğim parçalanmış ruh halinin yol açtığı patolojelerin ve şiddetin izi sürülüyor. Ancak her iki romana da çekicilik katan, okuyucuya tekinsizlik veren asıl etken, patolojilerin ortaya çıkış süreci. Karakterlerin geçmişleri geriye dönüşlerle, başlarından geçen olaylar zincirinin hatırlanmasıyla çıkıyor ortaya ama anlatılmayan daha pek çok şeyin olduğunu fark ediyoruz. Boşlukları doldurmaya başladığımızda gerçekler yavaş yavaş sis perdesinden sıyrılıyorlar.
Romanın en büyük kozu kadın karakter çizimlerindeki başarısı; ayrıntılı, katmanlı ve gerçekçi. Aslında bir tiyatro oyununa benzetebilirim ‘Saksağan’ı. Az sayıda karakter, az sayıda mekân kullanan Elizabeth Day, onları şimdiki zamanda birbirleriyle diyalogları, geçmiş zamana ilişkin iç monologları ile ete kemiğe büründürmüş. Karakterlerin arızalı ve güçsüz olmalarının aksine yazarın tasvirleri çok düzgün ve güçlü. Ana çatışma ev sahibesi Marisa ile kiracı Kate arasında. Kate’in hayatlarına nasıl sızdığı ile başlayan şüpheler Marisa’da öfkeden güvensizliğe kadar çeşitli duygular uyandırırken geçmişindeki çatlakları daha belirgin hale getiriyor. Katıldığı evdeki hayatı kontrol etmeye başlayan Kate’in ise büyük bir yük taşıdığı çok açık. Hem her iki kadının hem ailesinin hayatına masumane bir görüntü altında biçim vermeye çalışan Jack’in annesi Annabelle de kuşkusuz tehlikeli bir karakter.
Yukarıdaki değerlendirmeye bakıp hikâyenin polisiye gerilim ya da korku türünde seyredeceğini düşünmeyin. O kırılma anından sonra karakterlerin psikolojik süreçlerine, baş etmeye çalıştıkları meselelere ağırlık veren Elizabeth Day, özellikle aile kurumuna, tacizin yarattığı travmalara, annelik ya da anne olamamanın üzüntüsü gibi genelgeçer kadın sorunlarına hassas ve doyurucu bir dille temas ediyor.
‘Saksağan’ın lezzetli dilinden bir örnekle bitiriyorum:
“Kate kafasını bir tarafa çevirerek yanağını taşın nemliliğine bastırdı. Gözlerini kapattı, gözyaşları gözünden sızdı. Keşke ağlamadan durabilseydi ama duramadı. Keşke Annabelle’in sesini bastırabilseydi ama bastıramadı. Keşke kendisini savunabilseydi ama Annabelle’in söylediklerinin gerçekliği onu tüketmişti. Jake’in dengi olacak kadar iyi ya da zeki ya da alımlı ya da sarışın ya da doğurgan ya da tatlı olmamıştı hiç. Annabelle’in sözleri ispatlıyordu: Jake’in kız arkadaşı olmaya layık değildi, onun çocuğunun annesi olmaya ya da aslında anne olmaya layık değildi. Sorunluydu, tanımlayamadığı şekilde hatalıydı ve Annabelle bunu başından beri biliyordu. Kate’in zayıflığının kokusunu kan kokusu gibi almış, onu kaçacak bir yeri kalmayana kadar takip etmişti. Evet, diye düşündü Kate, evet, sen tamamen haklısın. Ben buraya ait değilim. Hiç olmadım.”
SAKSAĞAN
Elizabeth Day
Çeviren: Seda Peker
Düşbaz, 2023
320 sayfa.